Herkes Gibi


 

Bütün gün ayakta durmaktan dizlerinde derman kalmamıştı Ayfer’in. Dar, uzun mutfağın üst köşesindeki bir avuç camdan içeri süzülmeye çalışan gün ışığı kaybolmuştu. Saate bakmamıştı ama mesai bitmek üzere olmalıydı. Kendini ufak masanın yanındaki rahatsız sandalyeye bırakıverdi. Ellerine baktı, parmak uçları buruş buruş ama ellerinin üzeri pürüzlü ve sertti. Bir türlü bulaşık deterjanını değiştirtememişti. Birkaç saatte bir sürdüğü krem de fayda etmiyordu artık. Başını avcuna yaslayıp rahatlamaya çalıştı. Birazdan başlayacağı koşturmacadan önce güç toplaması gerekiyordu. Eli seyrelmiş saçında dolanırken gün içinde üzerine sinen yemek kokusu burnundan gitmiyordu. Aslında küçüklüğünden beri çok severdi yemek yapmayı. İyi ki de severdi, yoksa nasıl geçinecekti kim bilir? Eşi olacak adam dört sene önce yurt dışına çalışmaya gidiyorum diye gitmiş ama çok geçmeden tüm sorumluluklardan kendini azat etmişti. “İsteyerek mi evlendik be Ayfer! Büyükler istedi biz boyun eğdik.” Gönlüm birine sevdalandı, gönül bu; söz dinletemedim. Affet beni.“ Affedip affedememek değil de çocuklarıyla ne yapacağını bilememek, yapayalnız ortada kalakalmak yıkmıştı onu. Anne babası erkek kardeşinin yanında kalıyordu, hoş halleri vakitleri yerindeyken de ilgilenmemişlerdi onunla, babaannesi büyütmüştü Ayfer’i. Ona biçilmiş görev babaannesine yaren olmasıydı. Eşinin ailesi güçlerinin yettiği kadar destek çıkmış, en azından başını sokacak bir ev almışlardı. Senede iki defa memleketten gelip çocukları görüyor, birkaç kıyafet alıp bir sonraki gelişe kadar arayıp sormuyorlardı. Yorgundu, sadece dizlerinde değil omuzlarında da güç kalmamıştı. Devamlı koşturmaktan kendini düşünecek vakti kalmıyordu. Soluklanmaya, dinlenmeye ihtiyacı vardı.

Derin bir iç çekti ve doğruldu. Kendine güç verebilecek kadar sesli “Hadi bakalım Ayfer, çocuklar seni bekler.“ diyerek yavaşça önlüğünü çıkarıp çantasını hazırlamaya başladı. Neyse ki bugün de biraz yemek artmıştı, üstelik Zafer püre ve köfteyi çok severdi. Bu işin en güzel yanı çoğunlukla eve götürecek kadar yemek arttırabilmesiydi. Saatine baktı, tahmin ettiği gibi beşe geliyordu. Önce Zaferi okuldan alacak, sonra da Güzin’i alarak eve gideceklerdi. Güzin biraz beklemek zorunda kalıyordu ama başka yolu yoktu, alacak başka kimse de.

Okulun kapısına gittiğinde öğretmenin etrafında toplanmış velileri gördü ve yanlarına yaklaştı. Üzerine sinmiş yemek kokusu rahatsız etmesin diye çantasından kolonya çıkarıp bir kez daha ellerine döktü. Sevil Hanım Ayfer’in hareketini görünce;

-          Bakın Ayfer Hanım tedbirini şimdiden almış. Lütfen hanımlar durum biraz ciddi gözüküyor, çocukların yanına kolonya ve dezenfektan koymalısınız. Kendimizce tedbirleri arttırmalıyız, bakalım yarın nasıl bir karar çıkacak?

     Ayfer biraz geciktiği için durumu anlayamamıştı, sesini çıkartmadan dinlemeye devam etti. Sevil Hanım konuşuyor ama veliler de kendi aralarında konuştukları için uğultudan anlaması zorlaşıyordu. Şu televizyonda bahsi geçen salgından bahsettiklerini anlayabilmişti sadece. Sonra yanındaki kadın öğretmene dönüp; “Peki Sevil Hanım, biz çalışan anneler ne yapacağız okullar tatil edilirse?“  diye sordu. Ayfer’in bir anda nefesi kesildi.

- Ne tatili?

- Salgından dolayı okulları kapatıp kapatmama kararını tartışıyormuş Milli Eğitim. Sağlık Bakanlığı kapatılmalı diyormuş ama henüz karar kesinleşmemiş.

- Eee hani bizim ülkemizde çok vaka yoktu?

- Hızlı artış var demek ki bilemiyorum.

O sırada çocukların da kalabalığa karışmasıyla konuşulanlar daha da anlaşılmaz oldu. Güzin’e yetişebilmek için konuşma bitmeden ayrılmak zorunda kaldı. Kafasında bir uyuşukluk, dermansız bir şekilde ilerlemeye çalışıyordu. Okullar tatil edilirse ne yapardı, cumartesi günleri yarım gün çocukları evde bıraktığında bile aklı onlarda kalıyor, nasıl eve geldiğini bilemiyordu. Güzin idare edecek kadar büyümemişti henüz, üstelik Zafer’i dizginlemesi zordu. Derin bir iç çekti ve sıkıntıyla Güzin’e koşturdu.

Çocuklar yatana kadar düşünmeye çok vakti olmamıştı Ayfer’in. İçindeki sıkıntı çocuklara da yansımış olmalı ki hiç tantana etmeden vaktinde yatmışlardı. Çayını doldurdu, eline kâğıt kalem alıp koltuğa ilişti. Tüm giderleri bir tarafa, gelirini bir tarafa yazdı. Nasıl hesaplarsa hesaplasın ayı ancak kapatabiliyordu. Ya okullar kapanırsa ne yapacaktı? Nasıl işe gidecek, gidemezse nasıl geçineceklerdi? Tüm iç sıkıcı düşüncelerin arasında oracıkta uyuyakaldı.

Sabah çocukları bırakıp işe gitti. Mutfağa geçip küçük radyosunu açtı. Hızlıca çayı kahveyi servis edip her zamankinden önce öğle yemeğini hazır etti. Öğle haberlerinde ertesi gün okulların kapanacağını öğrendiğinde adeta dizlerinin bağı çözüldü. Sandalyeye kendini bırakıp kara kara düşünmeye başladı. Şimdi ne yapacaktı, çocukları kime bırakacaktı, yanında getirse duracaklar mıydı, ne zamana kadar kapalı kalacaktı? Sorular birbirini kovalarken ikizleri olan Nihan’ın sesini işitti. Başını mutfaktan dışarı uzattığında çocuğu olan tüm çalışanların toplandığını ve konuştuğunu gördü. Onlar niye dertleniyorlardı ki? Nasıl olsa çoğunun bakıcısı ya da çocuğuna bakacak yakınları vardı. Üstelik her şeyi kendisi gibi tek başına düşünmek zorunda değillerdi. Tüm uğultunun üzerine Esin Hanım’ın sesi buz gibi esti;

-          Arkadaşlar, sanırım siz de alınan kararı konuşuyorsunuz. Yönetim olarak yarın bu konu ile ilişkin toplantı yapacağız. Öğlenden sonra da genel toplantı olacak, işlerinizi bu programa göre ayarlayın.

 

Ayfer en kötünün çocukları bırakacak yer olmaması olduğunu düşünürken birkaç gün içinde kendini çok daha karmaşık durumlar içinde buluverdi. Önce okullar kapandı, birkaç gün çocukları yanında götürdü ama hoş karşılanmadı, dördüncü gününde onları evde bırakıp işe gittiğinde iş yerinin de bir süre kapanacağını öğrendi. Esin Hanım herkes için bir çözüm üretmişti ama bir tek Ayfer’e gerek kalmamıştı. Tüm çalışanlar evden çalışacaklardı ama Ayfer onlara evden çay servisi ya da yemek yapamazdı tabi ki ve ücretsiz izne çıkarıldı. O öğleden sonra eve giderken her zamanki koşturmacasından eser yoktu. Çocukları merak ediyor ama eve gitmek de istemiyordu. Onlara ne diyecekti, şimdi nasıl geçinecekti? Nerede, nasıl iş bulacaktı... Adımları onu farkına varmadan evliyken oturdukları evin önüne götürdü. Başını kaldırdığında Murat ile karşılıklı hiç oturup keyif yapamadıkları balkonu gördü. Sanki bir canavar kalbine uzun tırnaklarını geçirmiş ve parçalarcasına sıkıyordu. Boşanırken bile bu kadar büyük acı hissetmemişti. Gözlerindeki yaşlara engel olamıyor, hıçkırıkları duyulmasın diye durmadan yutkunuyordu. Belli ki bu hayat ona yalnızlığı, çaresizliği canını yaka yaka öğretecekti. Zaten evlendirilene kadar, kendini bildi bileli hiçbir yere ait olduğunu hissetmemiş, hep bir sığıntı gibi oradan oraya sürüklenip durmuştu. Ani bir hareketle birkaç bina ilerideki inşaata yöneldi. Koşarcasına henüz duvarları yapılmamış inşaatın dördüncü katına çıktı. Bir anda binanın kenarında bir ayağı havada dona kaldı. Buğulu bir düşünce buraya çıkış sebebini anımsasa da bilinci sanki ışınlandığını hissetmişti. Ufak bir rüzgâr esse yaprak gibi savrulacaktı aşağıya, hareket edemiyor sanki bedenine söz geçiremiyordu. Karşıdan uçarak gelen karganın sesi ile irkildi ve olduğu yere yığıldı. Ne kadar süre orada oturdu hatırlamıyordu. Saati kestiremiyor nasıl yerinden kalkacağını bilmiyordu. Güçlükle betonlaşmış bedenini ayağa kaldırarak yönünü bulmaya çalıştı. Her şey takılıp duran bir film karesi gibiydi, bir an burada, bir an sonra aşağıda ve nasıl geldiğini fark etmeden evde, çocukları gözü görmeden yatakta.

 

Uyandığında saat 01:30 olmuştu, bir anda fırlayıp içeriye gitti. Çocuklar televizyonun karşısında uyuya kalmışlardı. Nasıl olur da onlara hiç bakmadan yatabilmişti aklı almıyordu. Aslında öğleden sonra geçen zamanı rüya gibi hatırlıyordu. Şu an hissiz, donuk ve çaresizdi.

 

Yaklaşık bir ay neredeyse hiçbir şey yapmadan, gerekmedikçe konuşmadan hissizce geçti. Beynine üşüşen düşünce yığınının arasında ne düşündüğünü bile fark edemiyordu. Parası bitmek üzereydi. Kapana kısılmış gibi hissediyordu. Bir de üzerine salgına yakalanma kaygısı eklenmişti. Sadece alışveriş için dışarı çıkıyor geri kalan zamanda evde yapılması gereken birikmiş bir ton ıvır zıvırla uğraşıyordu. En azından evi düzene sokmuş, çocuklarıyla vakit sıkıntısı olmadan ilgilenebilir olmuştu. Zafer ve Güzin de hallerinden oldukça memnun gözüküyorlardı. Dinginleşmiş hayat onlara iyi gelmiş gibiydi, telaşsız ve neşeliydiler.

 

Çocuklara hazırladığı yumurta ve peynirden ibaret kahvaltının arasında, Güzin tv kanallarını dolaşırken bir röportaja denk geldi. Ayfer hemen Güzin’e röportaja geri dönmesini söyledi. Konuşan daha önce birkaç kez tvde gördüğü bir adamdı. Salgın sırasında oluşan koşullardan ötürü insanların neler yaşayabileceğinden bahsediyordu:

 

-          Kendinizi sıkışmış ve çaresiz hissedebilirsiniz. Keyifsiz, asabi ya da tepkisiz olabilirsiniz. Güven duygunuzu yitirebilir, endişe içerisinde olabilirsiniz. Unutmayın ki bu süreçte bunlar normal şeyler. İnsanlık için zor bir dönemden geçiyoruz. Sosyal hayatlarımız kısıtlandığı için sevdiklerimizi göremiyor, yanlarında olamıyoruz. Bu sebeple bu tür karamsar duygular hissetmeniz normaldir. Bunlar geçecek ve her şey yine normale dönecek. Bu dönem ailenizle vakit geçirmek için iyi bir fırsat, bu fırsatı kullanmalı ve kendinize de vakit ayırmalısınız.

 

Ayfer duydukları karşısında afallamıştı. Yerinden kalktı ve mutfağa gidip bir sigara yaktı. Çektiği her nefeste içinden küfür ediyordu. Önce ailesine, eski kocasına, sonra bahtsız hayatına... Adamın tüm söyledikleri onun şu anda değil zaten yıllardır içinde bulunduğu bir durumdu ve yıllardır bu duygularla yaşıyordu. Ne yani! Şimdi insanlar birkaç gün evde kaldılar, parasal konularda zorlandılar, gezip tozamadılar diye mi bunları hissediyorlardı? Üstelik eşleri vardı, işleri vardı, anneleri babaları, dostları vardı. İnanılır gibi değildi. Kendisi yıllardır hiç soluksuz, tek başına koştururken çoğu zaman bu insanlardan daha metanetliydi. Üstelik şimdi bir de işini kaybetmişti ama birçok kişi evden işlerini yürütebiliyordu.

 

“Güçsüzler ve sahteler” diye düşündü Ayfer. Peki kendisi güçlü müydü yoksa güçlü olmak zorunda mıydı? Tvde söylenenler ve çevresindekilerin veryansınları abartı gibi geliyordu ona. Çünkü bu duygularla yaşamaya alışmıştı. Düşündükçe fark etti ki o kendi gibiydi, hayatı içinde dışında aynı yaşıyordu. Hayattaki durumunu, sahip olduklarını ve olamadıklarını biliyordu ve kabullenmişti. Yıllardır kendi ile olan iç hesaplaşmalarını çoktan yapmış, olasılık ve önceliklerini çoktan belirlemişti. Sahip olmak istediği tek şey kimseye muhtaç olmamaktı. Tek başına mücadele etmek onun için normaldi artık, yalnızlık ile yaşamaya alışmıştı.

 

Yüzünde bir gülümseme belirdi Ayfer’in, kendini rahatlamış ve mutlu hissediyordu. İnsanların hissettiklerine sevindiğinden değil, hayatta ilk defa kendini yalnız hissetmediği için seviniyordu. Birçok kişi onunla aynı durumdaydı ve artık yalnız değildi. Üstelik durmadan koşturmak, bir yerlere yetişmek zorunda da değildi. Evdeydi, çocukları yanındaydı, yapması gereken hiçbir şey yoktu. Çalışamıyor olması şuan kendisinin elinde olan bir durum değildi. İşte bu son düşündükleri daha iyi hissettirdi kendini “Hiçbir şey yapması gerekmiyordu”. Birçokları gibi işsiz, birçokları gibi borçlu, birçokları gibi evdeydi. Yalnız olmadığını bilmek ona iyi geliyordu. Tabi ki iş konusunda endişeleniyor ama bunu eskisi kadar takmıyordu artık. Üstelik geçen gün kendisine dert yanan Nimet’ten daha şanslıydı. Hastanede çalıştığı için neredeyse evine hiç gelemiyor, parasızlık korkusundan işinden ayrılamıyordu.

 

Tüm bunları düşünürken birdenbire aklına bir fikir geldi. Nimet geçen gün denk geldiğinde çoğunlukla evde yiyecek bir şey olmadığını, yoğun çalışan doktor ve hemşirelerin en çok yemek konusunda sıkıntı yaşadığını söylemişti. Ama kendisi evdeydi ve istediği kadar yemek yapabilirdi. Hemen Nimet’i aradı ve ona isteyen kişiler için yemek yapabileceğini söyledi. Aslında aklında çok para kazanmak yoktu, o kadar ticari düşünememişti ama Nimet’in “Ücreti ne kadar düşündün?” diye sorması karşısında çabucak bir hesap yapıp kabaca bir fiyat söyleyivermişti. Bu onun uzmanlık alanıydı ve en iyi yaptığı şeydi. Çok geçmeden günde en az 7-8 aileye yemek yapar olmuştu. Üstelik beğenenler başkalarına öneriyor ve her gün arayan sayısı artıyordu. Böylece kendi evinde de çeşit çeşit yemek oluyor, çocukların karnı doyuyordu. Geliri aşağı yukarı çalıştığı zamanki ile aynı olmuştu.

 

Hayatında ilk defa huzurluydu Ayfer ve kendiyle gurur duyuyordu. Yaşadığı tüm o mecburiyetler ve koşturmacalar sona ermişti. Zorunluluklar kadar insanı tüketen bir şey yoktu onun için. Sonunda şansı dönmüştü, çocuklarına ve kendisine vakit ayırabiliyordu. Kendini özgür ve güçlü hissediyordu.


 
 



 

İlginizi Çekebilir

Güzün Penceresinden

Gülgün BİLGİÇ

Benim Baharım

Aysel AKGÜL