İçimde Bir Olay Yeri Var
İçimde bir olay yeri var. İçim ölmüş çünkü. Ama şimdi bu ölümün sebebinin araştırılması gerekir tabii, ne de olsa ölüm. Sağduyu, mantık, akıl; hepsi bir olmuşlar, delil peşindeler. Bana sorsalar ya!
Üç sene oldu. İş yerinde yeni bir mühendisin işe başlayacağı söylendi. Ben ilgilenecektim çünkü altı yıldır burada çalışan bir mühendis olarak hem işi tanıtacaktım hem de iş yerine alışmasına yardımcı olacaktım.
Bir pazartesi sabahı ofisimde çalışırken kapı açıldı ve adeta içeri bir ışıltı saçıldı. İşte, ilk gördüğümde hissettiğim buydu.
- Günaydın, ben Erdem Sayın, girebilir miyim?
- Tabii, hoş geldiniz, ben de Ahsen Koçak. Sizi bekliyorduk.
Nasıl oldu da kekelemedim bilmiyorum.
Uzun boy, cam gibi mavi gözler, simsiyah saçlar, uğruna can verilesi bir gülümseme karşımda duruyordu. Ben de fena sayılmam. Koyu yeşil gözlerim, dalgalı, gür uzun saçlarım ve uzun boyumla çevremdeki insanlar her zaman alımlı ve güzel biri olduğumu söylerler.
- Bir şey içer misiniz Erdem Bey?
- Bugün içmeyeyim, ama daha sonra acısını çıkartırız. Müsaitseniz iş yerini dolaşabilir miyiz?
Bir saat kadar bilgilendirip odasını gösterdikten sonra kendi odama döndüm. Ama işime odaklanmak ne mümkün. Mavi gözler evrakların üstünde gezinip duruyor.
Neyse, çıkışa 15 dakika kala odama geldi Erdem.
- Şimdi o kahveyi içebilir miyiz?
İşte tanışmamız böyle olmuştu. Sonradan düşünüyorum da ona ilk görüşte aşık olmuştum belli ki.
Çok yakışıklıydı. Güler yüzlü ve espriliydi. Sanki her güzel şey onda toplanmıştı. Kapıldığımı hissediyordum ama bunu engellemek için pek bir şey yapasım da yoktu. Bu noktada, her zaman gayet keskin bir şekilde işleyen sağduyum suçlu değil miydi? Sağduyu ne demek? Doğruyla yanlışı birbirinden ayırma, doğru yargılama yapabilme yeteneği değil mi? Evet ama hiç çalışmadı bu noktada…
Aklım suçsuz mu sanki? O da sağduyu ile iş birliği yaptı, uçtu gitti işte. İkisi de suçlu.
İşinde iyiydi. Sık sık patronumuz Macide Hanımla, Macide Hanımın ofisinde konuştuklarını görüyordum. Ve her zaman Macide hanımın yüzünde memnuniyet izleri görünüyordu. Hatta birkaç kere kahkaha attığını bile duydum.
Günler geçtikçe, muhabbetimiz ilerledi. Nihayet bir gün, akşam yemeğine çıkıp çıkamayacağımızı sordu. Ya Rabbim, ne heyecan yaşadım anlatamam ama evet derken heyecanımı belli etmediğime eminim. Gerçi ne kadar çabalasam da yüzümün kızarmasına engel olamadığımın farkındaydım ama yine de iyi idare ettim.
En önemli konu ne giyecektim. Abartılı olmamalıydı ama sıradan bir kıyafet de olmamalıydı. Bu arada babam rahmetli olduğundan beri annemle beraber yaşıyoruz. Canım annem, hazırlanma heyecanımı sezince sordu
- Nereye gidiyorsun, bu ne özen?
- Sana bahsetmiştim ya anne, iş yerindeki mühendis beni yemeğe davet etti.
- Son zamanlarda bu adamdan çok kusursuz gibi bahseder oldun. Sadece dikkatli ol derim ben, kimse mükemmel değildir.
Anne yüreği işte! Ne olabilirdi ki sanki?
Ama siz siz olun annenizin sözlerini kulak arkasına atmayın. Mantık da bu noktada suçlu. Hiç mi devreye girmez, uyarmaz insanı?
Neyse, tahmin edeceğiniz gibi yemek çok güzel geçti. Hele benden hoşlandığını söylediği andan sonrasını çok hatırlamıyorum bile.
Yalnız çok önemli bir nokta vardı. Patronumuz Macide Hanım iş yerinde çalışanların ilişki yaşamalarına asla izin vermezdi. Bunun, çalışma ortamını olumsuz etkileyeceğini düşündüğünü daha işe girerken kesin bir dille belirtmişti. Kendi kocasını dahi bu güne kadar iş yerinde gören olmamıştı. Öylesine titizlenirdi.
Bu durumda çok dikkatli olacak ve ilişkimizi kesinlikle saklayacaktık.
Öyle de yaptık. Aslında bu durumun da bazı tatlılıkları vardı. Arada sırada çaktırmadan yapılan gülümsemeler, yazılan ve çaktırmadan verilen küçük notlar heyecan vericiydi. Böylece benim bulutların üstünde yürüdüğümü sandığım dört ay geçti. Çok ama çok mutluydum.
Bir gün depodan malzeme gelmesi gerekiyordu. Ustabaşına telefonla ulaşamayınca atölyeye gittim ve çok yoğun olarak, yanmış bir motoru tamir ederken gördüm onu. Başkasına hangi parçayı alacağını anlatana kadar kendim gidip alayım dedim. Deponun anahtarını alıp merdivenlerden inmeye başladım. Bir süre sonra aşağıdan bazı sesler gelir gibi oldu. Kim inmiş olabilirdi ki. Depoya inme yetkisi olanlar sayılıydı. Derken patronum Macide Hanımın sesine benzer bir ses duydum.
- Canım, bayılıyorum sana!
Az daha inince gördüğüme inanamadım. Erdem’le Macide Hanım sarmaş dolaş öpüşüyorlardı. Pis jigolo diye düşündüğümü anımsıyorum. O kadar iğrendim ki anlatamam. Aslında görünmemek için hızlıca geri dönüyordum ki Erdem’in sesini duydum. Beni görmüştü.
- Ahsen, dur göründüğü gibi değil, anlatacağım…
Ben o merdivenleri çıkıp da odama gelene kadar olan kısacık zamanda aldatılmışlığı, arkamdan kim bilir nasıl alay ettiler fikrinin alçaltıcılığını, nasıl bu kadar salak olabildim duygusunun pişmanlığını, annem haklıymış meğer, niye dikkatli olmadığım fikrinin üzüntüsünü aynı anda yaşadım. İnsan aynı anda bu kadar çeşitli duyguyu bir arada yaşayabilirmiş onu öğrendim.
Sonrasında, hızlıca çantamı alıp firmadan kaçmayı düşündüğümü hatırlıyorum. Erdem’le konuşmak istemiyordum. O gelmeden, gelecek miydi arkamdan tabii onu da bilemedim ama koşarak çıktım firmadan.
Erdem beni defalarca aradı. Mesajlar attı. Meğerse Macide Hanım sevgilisiyle yakın olabilmek için onu işe almış. Ama bu arada Erdem bana aşık olmuşmuş, aslında sadece beni gerçekten seviyormuş.
İşe ihtiyacı olduğu için bu ilişkiyi sürdürüyormuş. Falan filan…
Şöyle de bir gelişme olmuş sonradan duyduğuma göre, Macide Hanımı kocası boşamış. Aslında iş yeri kağıt üstünde Macide Hanımın kocasına ait olduğu için Macide Hanım firmadan da kovulmuş.
Ben Erdem’le bir daha yüz yüze gelmedim. Uzunca bir süre, böyle aşağılık bir durumda kaldığımı sezemedim diye kendimi suçladım.
Şimdi başka bir firmada çalışmaya devam ediyorum. Ve bundan sonra asla sadece kalbimin sesini dinleyerek hareket etmemeye kararlıyım.
Hani bir söz var ya aşk insanın gözünü kör eder diye…
Doğruymuş…