Mirabel
Mirabel! Tınısı eski bir film şarkısı gibi: “Cezabel”. Ama, tabiki değil. Mirabel bir erik türü. İlginç değil mi? Syriaca mirabelle Latince adı; Anadolu’da yetişen küçük oval biçimli, kırmızı veya koyu sarı renkli bir erik türü. Fransızlar bu eriğin yetişmesinde tekel sahibi. Bu eriği yüzyıllar önce atalarımız getirip bizim bahçeye dikmişler aslında çok tarihi bir erik, Osmanlı zamanını, Atatürk devrimini yaşamış ve Cumhuriyeti görmüş bir ağaç. İnce uzun boylu. Ama boy ata ata göğe merdiven dayamış meyvelerini ise anneler anneanne, nine olana kadar torunlarına ve torunlarının çocuklarına yedirmiş. Yeşilköy’deki evin bahçe duvarının kıyısında ekşi nar ağacına komşu şenlendirmiş, bakanları bahçenin ortasında iki zeytin ağacı, karşı duvarda incir ağacı, köşkün giriş kapısına doğru bir ıhlamur ile Malta eriği ağacı bahçenin ziynetiydi. Köşk müteahhitte verilip yıkılınca yerine üç katlı bir apartman dikildi. Mirabel ve ekşi narın önüne havuzu, incirin önüne garaj girişini münasip gördüler. Ekşi nar ağacının narları muharrem ayında aşurelerimizi ve damaklarımızı şenlendirirdi. İncirler havasından mı suyundan mı, bilinmez? “Bal incirdi.” Sabah bahçeye çıktığımda dalından incir yemek inanılmaz zevkliydi. Mirabeli tanıyan bilen yoktu. O yüzden tadına bakan da yoktu.
Her sene apartman yöneticisi değiştiğinde yönetici hanımları, nedense, kafayı bahçedeki ağaçlara ve çiçeklere takarlardı. Onlardan biri bizim evde olmadığımız bir gün “incir ağacını budatıyorum” diye dallarını kesip kele çevirmişti. Bundan sonra ağaç küstü. İki yıl meyve vermedi ve “Sen mi benim kolumu kanadımı kırdın” dedi, ilendi ve bir süre sonra o kadın bacağını kırdı ve bahçeye haftalarca kol değnekleriyle çıktı. Aynı kadın bahçenin çiçeklerini yoldurttu: Aslan ağızlarını, gece sefalarını, rengarenk kasımpatıları söktürüp yerine ithal malı, ne idüğü belirsiz bitki ve çiçekleri ektirdi. Bizden başka kimse çıkıp da “Ne yapıyorsunuz?” diye hesap sormadı.
Bir sonraki sene yeni yöneticinin Alman karısı mirabel ve nar ağacını yok etti. Evine gidip ağaçlara ne oldu? dediğimde sinsi ve ikiyüzlü bir sırıtışla “Sinek ve böcek ürettiği için kestirdiğini, odununu da şöminede yakacağını” söyledi. Çok üzülüp kızdığımı görünce “Ben iki kilo erik alır getiririm.” dedi. Bu yüzsüzce verilen cevap sinirimi tepeme çıkardı ama giden gitmişti artık.
Ben bu dünyadaki canlıların, ağaçların, çiçeklerin de insanlara ah ettiklerine inananlardanım. Alman hanımın armatör kocası iflas etti ve daireleri satıldı. Alman madam ağlayarak bahçeden çıkıp gitti. Evden taşındı. Koca nar ağacı katledildikten sonra bir tanıdığın iş yerinin balkonunda, yaprakları mat ve asalak böceklerin istilasına uğramış, boynu bükük minik bir nar ağacıyla tanıştım. İş yeri sahibi ve çalışanları, dalları böcekli bu miniği horluyor, atacak yer arıyorlardı. Bütün çiçeklerin böceklenmesinin sebebinin faturasını ona çıkarıyorlardı. Ağacı gördüğümde adeta bana şöyle sesleniyordu “Ölüyorum! Beni kurtar!”
Arabamın arkasına koyup bahçeye getirdim.Önce saksısını değiştirdim. Daha büyük, daha ferah bir saksıya ektim; dallarını ve gövdesini ilaçla ilk yardım yaptım, her gün toprağını çapaladım, havalandırdım, yapraklarını suyla yıkayıp sildim. Sevgiyi, ilgiyi anlayan nar ağacı yedi çiçek açarak bana teşekkür etti.
Kurtulmuştu…