Bırakın Dünya Nefes Alsın
Doğa yüzyıllardır insanoğluna tüm güzellikleri karşılıksız vermiş vermeye de devam ediyor ama buradaki karşılıksız sözcüğü artık anlamını yitiriyor. Neden mi? Doğa, “Yeter! Karşılığımı isterim bugüne kadar bir karşılık beklemedim ama bundan sonra değerimi bilin. Yoksa bu işin sonu iyi olmayacak” diye avaz avaz bağırıyor. Şu son günlerde yaşanan orman yangınları, seller, kuraklık, heyelan hepsi küresel iklim değişikliğinin bir sonucu. Doğal yollarla olan felaketleri kabullenebiliriz ama insanların kendi elleriyle dünyayı katledişini kabul etmek çok zor. Bunlar hepimizin de bildiği gibi piknikçilerin bilinçsizce yaktıkları ateşler, atılan ufacık bir izmarit, tarım arazisi açma isteğiyle kesilen ağaçlar, yakılan ormanlar, anız yakma, şişe, cam kırıkları ve bunun gibi birçok neden. Bireylerin düşünmeden, sorumsuzca yaptıkları davranışlar ileride, kapanmaz yaralar açıp maalesef bir doğa katliamına dönüşüyor. Güzelim bitki örtüsü, vadiler, ovalar, dereler, nehirler, çayır, çimen içinde yüzlerce canlıyı barındıran yemyeşil ormanlarımız ellerimizden göz göre göre kayıp gidiyor. Dereler, nehirler öfkeyle taşıp önüne çıkan ne varsa silip süpürüyor. Plansız ve yanlış yapılaşma hem can hem de mal kaybına neden oluyor. Doğanın bu haklı öfkesinin sonucunu ağır ödememize rağmen hala neden kıymetini bilmiyoruz ki? Yaşamın gerekliliği için olması gereken doğal yaşama niçin sahip çıkamıyoruz?
Sürdürülebilir bir hayat için gelecek nesilleri de düşünerek korumamız gereken temel unsurlardan birinin de çevre olduğunu, tabiat üstümüze basa basa gösteriyor. Çevremizi muhafaza etmek, iyi bir yaşam kalitesini nesilden nesile aktarabilmek, doğal kaynaklarımızın yok olmasını engellemek bilinçli her insanın üzerinde durması gereken başlıca konu olmalı. Gelecekte daha kötü sonuçlarla karşılaşmamak için herkesin üzerine düşen görevi yerine getirmesi gerekir.
Ben, her işin başının bilim ve irfandan geçtiğine inananlardanım. Yarınlara bırakabileceğimiz uzun soluklu bir dünya ve atılacak her adım için kesinlikle yapmamız gerekenlerden birinin de eğitim olduğunu her zaman savunurum. Eğitilen toplumlar çevreye karşı daha duyarlı, dikkatli ve vicdanlı olarak doğanın nimetlerinden nasıl yarar sağlayacağını bilerek yaşarlar. Bu ilke bir döngü oluşturarak gelişmiş toplumları yaratır ve çevreye verilen zarar da en aza indirgenir kanaatimce. Tabii küresel iklim değişikliğini önlemek için ülkelerin uyguladıkları politikalar ve atacakları adımlar da çok önem arz etmektedir.
Ekolojik denge çok mühim bir konu bu dengeye sahip çıkmazsak yok hava kirliliği, su kirliliği yok karbon salınımı yok sera gazı etkisi deyip dururuz. İnsanlık doğayı kendi elleriyle katledip kendi sonunu da böylelikle hazırlamış oluyor. Yoksa yakın gelecekte hastalıklarla boğuşup, nefes alamayıp, sağlıklı beslenmeyi unutacağız. Bir çınar ağacının altında serinlemeyi, rüzgârın uğultusunu, yağmurun sesini, çam ağaçlarının etrafa yaydığı kokuyu içimize çekmeyi, bir arının renk renk çiçeklerin arasında vızıldayarak dolaşmasını izlemeyi, yemyeşil çimenlerin, kırların arasında kuş cıvıltılarını duymayı, güneşi iliklerimizde hissedip, derin maviliklerde keyifle kaybolmayı arar duruma düşeceğiz.
Artık Manavgat yanıyor, Marmaris’e sıçradı, Rize’yi sel götürdü, Bozkurt silindi, ozon tabakası şu kadar inceldi, oksijen azaldı, kuraklık arttı, şu kadar ağaç kesildi, mevsimler kaydı ve bunun gibi doğa ile ilgili hiçbir olumsuz haberi almasak keşke.
Atatürk’ün söylediği gibi “Biz doğayı korudukça doğa bizi korur.” Bu kadar net!
Çok da karamsara bağlamak istemiyorum ama gerçekler bildiğiniz gibi acıtır. Tabiat hak ettiği değeri tekrardan kazanmalı. Daha yeşil, daha enerjik ve daha nefes alan, uzun ömürlü bir dünya için çok geç kalmadan omuz omuza vermeliyiz.