Terapi yolculukları hayatın durduğu, sadece karşımızdakine odaklandığımız hayatımın nadide anları olarak ömrümü süslüyor. Tam olarak o an orada onun için bulunuyor olma halini her seferinde deneyimlemek derin bir huzur veriyor. Her şey durmuş bir tek siz...
Zaman zaman terapide farkediyorum ki bir yandan ben de terapiden geçiyorum. O içtenliğin, terapötik ilişkinin yaşandığı altın dakikalar, bütün sorunları konuşma, yeniden gözden/zihinden geçirme, çözümleme, yeniden anlamlandırma çemberini içeriyor. Öyle ki insanı başka farkındalıklara, dünyalara sokup çıkarıveriyor.
Mutmain ola/mayan insanların uğrak yeri bizim odalarımız... Kendisi, geçmişi ve diğer insanlar, hayvanlar, doğanın ve aşkın kabul ettiği ile bir alıp verememe hali görülebiliyor. Odanın dışında ise kadın cinayetleri, çocuk istismarları, dünyamızın yanan ciğerleri, hayvan zulümleri, çevrenin amansız kirletilişi, gıda israfları, nice sağlıklı olmayan psikolojiyi, zihni işaret ediyor. Bunların nedenlerine inmek uzun. Ancak bir yandan bu olaylar sekinete ulaşamamış insanın sınırsızlık, serbestlik düşüncesi prangasındaki yaşamı postmodernizmin izlerini gösterir hali olduğunu ve bir motto olan “everything goes” söyleminin bir temsilini yaşadığını söylemek güç değil. Öyle ki içlerinde insanların da bulunduğu binbir hayatı yıkan binbir hayat var. İş hayatından özel hayatına zaman kalmaması ile birlikte uyuşuk beyinlere sebep olan onca bildirime ve gönderiye yetişme telaşı, yeniliklerden geri kalma korkusu (FOMO) gibi zihinlerin sağlıkla, sadelikte kalmasını imkânsız hale getiren şeylerin çok olduğu bir çağda yaşandığı görülmekte. Kahvelerin, stimülanların gölgesinden medet ummak hayatın anormal normallerinden sadece biri. Baş döndürücü hız ve haz sisteminin içinde insanî kimlikten beklenen özellikler de gittikçe silinip gidiyor.
Düşünme yetisi ise düşünülecek şeyin, düşünmeye konu edilecek şeyin, varlığıyla da anlam kazanır. Hele ki amaç anlam, değer kavramlarıyla hayat pergelinin ucu sabitlenmemişse gelişigüzellik, aleladelik ve rast gele dolu bir yaşamda insanın kendini buluvermesi kaçınılmaz oluyor. Anlam ve amaç konusunda düğümleniyor; her şey bir yandan. Frankl’ın ifadesiyle anlamını acıyı başarıya dönüştürme yetisini içinde saklayan, barındıran insanın; süreğen, kendi için anlamlı olmayan bir düzene, tek düzeliğe teslim olması ile yavaş yavaş içten içe ölüyor. Kim bilir belki de saydığımız sorunların arkasında buna da bakmaya gerek vardır.
Peki, bunca şey saydık. ‘‘Ne yapmalı?’’ diye sorulacak olursa bir sorun siz onu hayatınızda sorunsallaştırmadıkça sorun değildir. O açıdan beylik laflara ‘şunu yapın’ listelerine lüzum yok. Hayatta çok sorun var. Bunları görmezden gelmek ve keyif kotamızı yükseltmek de bizim elimizde, aksi de. Aramak en nihayetinde bir derdin, bir konuyu sorunsallaştırışın ürünüdür.
Peki o halâ ne yapmalı?
Bu, insanın kendisine ve çevresine dair düşünmeye istekli olduğunda ve de arayışa geçtiğinde gelecek cevaplarda saklı…
Eylem arayışın çocuğudur.
‘Bulanlar arayanlardır’ diyeni hatırlayarak arayışta kalmanız temennilerimle…