Ruhu Kokuşmuş Kadın
Ruhu kokuşmuş kadın, yanlış bir bilinç ile inşa ettiği ‘ben en iyi bilenim, siz pisliksizsiniz’ diye etrafındakilere bakarak konuştuğunda, kendisinin büyük bir problem içinde boğuştuğunu anlatıyor, yardıma ihtiyacım var diye bağırıyordu.
Yıl 2018’di. Günlerden salı, çarşamba belki perşembeydi, belki de değildi. Ne önemi vardı ki günün isminin, işte o gün onu görmüştüm. Aslında ben kendimi pislik gibi hissediyorum diyordu. Ve bunun görülmediğini düşünerek, bilinçaltında sürekli şu cümleyi tekrarlıyordu; ‘fark etmiyorlar’.
Önemli olan yaşadıkları veya nasıl hissettiği değildi, nasıl göründüğü onun için daha önemliydi. Aldığı eğitimlerdeki gibi ambalaj ve paketleme kısmında öğrendiği önemli hususları kendi üstünde uyguluyordu. Eksik ve yanlış anladığı bu bilgileri anlatan akademisyenler onu görse kafasını deve kuşu misali toprağa sokmaya çalışırdı. Öylesine büyük bir çığlık atıyordu ki; her türlü yalanı, iftirayı o ana uygun değiştirip, söyleyebilecek -onun gözünde zekâ ve bilinç diye adlandırdığı, karşısındakilerin ise çok daha farklı düşündüğü- seviye vardı. Aslında bu durum; dünyanın içinde oluşturduğu, lağımlaşan düşünce silsilesinin pis kokusu içinde ölmeyip can çekişmesinden başka hiç bir şey değildi. Bunu fark edenler, karşısında temiz havayı içine çekmek için durunca, o; susturduğunu zihninde hayal edip, ruhu, asıl gerçeğin farkında çığlığını atmaya devam ediyordu.
Gözlerine baktığımda acımamıştım ama üzülmüştüm. Üzülme sebebim onun sahip olmak isteyip de sahip olamayacağı, bilgelik yani doğruluktu. Bir kafede veya bir barda bir sandalyenin üstünde tek başına oturabilecek bir cesareti asla yoktu. Tek hareket ediyormuş gibi görünmeye çalışırken aslında tek kaldığı hiçbir yerde nefes alamayacak bir kadındı. Her zamanki gibi aldığı eğitimlerden öğrendiği pazarlama yöntemleri ile insan ilişkileri kurmaya çalışması, acizlik duygusu ile ruhunun kıvrandığının ve aklını sağlıklı kullanamadığının kanıtıydı. Yarım yamalak aldığı bu eğitimler ile gurur duyuyordu. Bir nesneyi, meyveyi nasıl pazarlayabileceğini öğrenirken, bir önceki derste anlatılan önce kaliteli bir ürün üretmesi gerektiği öğrenememişti. Çürümüş elmayı büyük bir pazara satmanın, lastiği, sakız diye anlatmasının başarı olmadığını idrak edemeyen bu ruh, karanlık içinde yaşamaya mahkûmdu.
Ama sorun değildi çünkü çürük elmayı zaten satamıyordu, sattığını düşünüp, gurur duyuyordu. Solucanların bile yanına uğramadığı üstü parlatılmış çürümüş elmayı kimse yemiyor, evindeki çöp kutusuna atsa, evinde daha fazla kalmasın diye sokaktaki çöp konteynerine atıyordu. O ise bu kokuşmuşlukla planlarıyla etrafta dolaşıyordu. Şu hayatta anlayamayacağım tek şey ‘yalan’ söyleyebilen ruhun sahip olduğu şuur. Masumiyet, mutluluk, huzur; bu ruhların düşmanıydı. Kötülüğün kaynağı diye bilinen şeytanı, melekleştiren, ruhu kokuşmuş bu kadının, evinde karınca bile yaşamıyorken, sırf dünyaya, o evde gözünü açtı diye yaşamak zorunda kalan birilerinin olması, aslında bu dünyanın adalet sisteminin yaratılırken bozuk kurulduğunun göstergesiydi. Peki neden? Yaradanın gücü bir buna mı yetmedi...