Öfff!

Öfffff ..! Yine mi iş?  Yataktan istemeye istemeye kalktım. Bu soğukta gök yarılırken, bardaktan boşalırcasına akan yağmuru, şurada oturup izlemek varken ne yani şimdi iş iş bugün evden hiç çıkasım gelmese de öfleye puflaya yataktan fırladım. Oturma odasındaki duvarda asılı duran saat, sekizi gösteriyordu.

Üzerime alelacele siyah bir kazak, aynı renk pantolon geçirip taba rengi paltomu giydim. Arkamdan seslenen oğlumun ne dediğini bile anlamadan attım kendimi dışarı. Aşağıya indiğimde saat 8:30 olmuştu.  Ne çabuk geçiyor şu saatte öfff! Yine geç kaldım. Çek çekebilirsen meymenetsiz Müdire Selma’yı…

İnce topuklu ayakkabılarını tıkırdata tıkırdata koca koridorda eli belinde  bağıra bağıra karşıma dikildi:

"Nerede kaldın sen, sana dün izin vermedim mi?" Eee… İzin verdin de evde keyif mi yaptım? Zaten dün geceden beri uykusuzum, oğlum ateşler içinde yandı. Zar zor düşürebildim. Üstelik bu soğukta okula gidecek kendi başına, aklım onda kalırken diyecektim ki evden  çıkarken  Utku’nun arkamdan seslendiği geldi. "Eyvah, ona okul harçlığı bırakmamıştım!” Bankoya öyle bir vurdu ki sanırsın hâkim tokmağı…

Koca ağzından akıttığı salyasıyla kudurmuş köpek gibiydi. Adımı bile telaffuz etmez ayarsızlıktaydı. "Altı üstü yirmi dakikalık bir gecikme ne olmuş yani?" demek gelse de yutkundum. Aslında dışarda olsa o kıvırcık saçları tel tel yolasım gelmedi değil. Bütün koridor boyunca sıralanan bankonun gerisindeki arkadaşlarımdan nasıl da utanmıştım.  "Yine yakalandın Selma cadısına." diye kıkırdarlarken aralarında… Kadın, evlenmemiş çor yok çocuk yok ne anlasın çocuklunun halinden? İşi gücü iş, tam bir iş kolik  bu kadın… Daha geçen gün bir dolu dosya yükletmiş arabasının bagajına, gören de bagaj dolusu valizlerle tatile çıkıyor sanacak (hafiften gülüşmeler). Neymiş efendim evde inceleyecekmiş. Hizmetli Tufan da aralarına katılmış söyleniyordu.

Bu kadın iş iş diye ölecek. Varsa yoksa iş. "Yahu bu kadını yeni atanan şu bizim Murtaza’yla evlendirsek de kurtulsak." dedi Tufan, bıyık altından gülerek. "Kim ne yapsın bu erkek Fatma’yı?" dedim duyulur duyulmaz bir sessizlikte.  Murtaza Bey: "Efendi birine benziyor, adamın başı niye yansın bu mendeburla evlensin de…"  Tufanın çenesi düşmüştü bir kez. "Belki o zaman iş iş demez, valla ben de bıktım abla. Yok şu dosyayı getir, bu olmadı, ötekini getir. On yıl evvelki dosyaları çıkartıyor arşivden, bir görsen her tarafım toz toprak içinde kalıyor. Hanımla her gün papaz oluyoruz, bıktım senin gömlek değiştirmenden." diyor. "Bir de geçen gün demir raf üstüme düşmez mi, az kalsın altında kalacaktım. Allah'tan bizim Kaya oradaydı. Son anda o kurtardı altta kalmaktan. O koca gövdesiyle demiri bir kaldırışı vardı akıllara ziyan. Manyak abla manyak bu kadın! Hııı! söyleyeyim bu aralar sana sarmış. Bana saat kaçta gelip gittiğini sordu geçenlerde. Ben de Nilgün abla sorumluluğunu bilir, geç kalsa da bütün işini halleder." dedim.  Tufan’a çok güvenmesem de dediklerinde haksız da sayılmazdı. Selma cadısı kadar olmasa da ben de işkolik sayılırdım. Verilen dosyaları bitirmeden çıkmadığım çok olmuştur. Çalışmalarımı takdire şayan bulan arkadaşlarım, bankonun gerisinde oturdukları yerden gözleriyle küfrediyorlardı, bu ayarsız kadına… Saat 17:35 olmuş, bütün memurlar çıkıyordu. Elimde dosyayla bu mendeburun karşısına dikildim:  "Söylediğiniz yazıyı yazdım, hoş daha bir hafta süresi var." demeyi de ihmal etmedim. Böbürlenerek "Vakitlice yazıp getirdim yine de." Karşısındaki kahverengi deri koltuğu işaret ederek oturmamı istedi. Bıraktığım dosyaya bakmadı bile. Uzun uzun gözlerime baktı, dalgın görünüyordu. Gözlerimi kaçırdım. Tekrar baktığımda gözleri doluydu. Yavaşça yerinden kalkıp bana yaklaştı. Tam kendimi geri çekecektim ki aniden boynuma sarıldı. Şaşkınlıkla "İyi misiniz?" diyebildim. Omzumda hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Öfffff!  Hem de ne ağlama… Hasta hem de çok hastaydı.


İlginizi Çekebilir

Yürüyoruz

Nuray SEZEN