Pamuk İpliği
Kulaklarında dört yaşındaki oğlu Ali'nin sesi çınlıyordu. " Gelirken goflet alır mısın baba? Lüffen…" Rüzgarın keskin soğuğu gözyaşlarından ıslanan yüzüne vurduğunda bir kabustan uyanır gibi irkildi. Soluğunu tuttuğunu fark etti. Gözleri kararıyordu art arda derin nefesler aldı. İçine çektiği nemli havanın etkisiyle üst üste öksürmeye başladı, ciğerleri yırtılıyordu adeta. Etrafına bakındı şaşkınlıkla, deniz kenarına kadar ne ara ve nasıl geldiğini hatırlamıyordu bile.
Her şey film şeridi gibi geçmeye başladı gözlerinin önünden. Cevap verememiş sadece yutkunmuştu. Canı gibi sevdiği oğluna “Alırım canım oğlum, sana da ablana da alırım.” diyerek küçücük bir yalan bile söyleyememiş, kendini hiçbir zaman bu kadar aciz hissetmemişti. Karısı, yüzüne bakınca hemen anlamıştı ne kadar üzgün olduğunu. Her zaman gülen güzel yüzlü kadın, kocasına "boş ver, üzülme" dercesine dudağını bükerken, Ali'yi kucağına aldı, yanağına kocaman bir öpücük kondurarak, “Bırak şimdi gofreti falan anneciğim, biz seninle un helvası yapmayacak mıydık?” diye konuyu değiştiriverdi. Biliyordu, sevdiği kadın, dün akşam komşuların getirdiği bir avuç un helvasını, yeni yapmış gibi verecekti ve oğlunu mutlu edecekti. Bu küçük oyunu daha önce de izlemişti hem de kaç defa. Hiçbir şey söylemeden sadece hüzünle gülümseyerek oğlunun başını okşamıştı. Can yoldaşım dediği karısı, en sıkıcı işleri bile eğlenceli hale getirip güzelleştirmeyi çok iyi bilirdi. Şimdi de aynı şeyi yapıyor, komşuların yardımlarıyla karınlarını doyurabildikleri bugünlerde yaşanan zorlukları çocuklarına hissettirmemeye çalışıyordu.
Boğazı düğüm düğüm olmuştu, daha fazla dayanamayıp atmıştı kendini sokağa. İkisinin de çalıştığı zamanlarda kendi yağlarında kavrulurken artık başkalarına muhtaçlardı. Gururuna yediremiyordu ama evet o hale gelmişlerdi işte. Temizliğe gittiği evlerin hiçbiri, salgın başladığından bu yana karısını işe çağırmıyordu. Yasaklar dolayısıyla çalıştığı kahvehane de kapandı. Patronu, bir- iki ay maaşının yarısını verirken, evlerinin kirasını ödeyebilmişlerdi. Lakin kahvehane bir daha açılmamak üzere kapanınca kirayı ödeyecek para da gelmez olmuştu. İşsiz geçen her gün biraz daha umudu tükendi. Bakkala, arkadaşlara, komşulara hepsine borçlanmışlardı, yüzlerine bakacak hali kalmamıştı. Ev sahibi kira için sıkıştırıyor, elektrik faturaları ödenmeden bekliyordu.
Günübirlik gittiği taşıma işlerinden birinde virüs kapınca, başka bir kâbus başladı. Korku ve endişe içinde, bir türlü bitmek bilmeyen on dört gün karantina... Çocukken geçirdiği zatürrenin etkisiyle hastalığı çok zor atlattı. Karı-koca kimi kimsesi yokken el ele verip bir yola çıkmışlardı. Kimsesizler yurdunda birbirlerini bulmuşlar, hiç ayrılmadan büyümüşler, yaşları gelince yurt müdürünün yardımıyla evlerini kurmuşlardı. Biri kız, biri oğlan iki güzel çocukları vardı. Her şey yolunda giderken bu salgın, arkasından hastalık... Elde avuçta hiçbir şey kalmamış, üstüne üstlük, dışarı çıkıp bir umut iş bile arayamaz hale gelmişti. Çaresizlik kıvrım kıvrım dört bir taraftan sarmış bağlamıştı kollarını.
Oğlunun gofret isteyen sesi kulaklarındayken deniz kenarına biraz daha yaklaştı. O istemez miydi oğlunun istediği gofreti almayı? Her şeyden çok isterdi, ama cebinde değil gofret, ekmek alacak parası yoktu. Düşündükçe göğsü sıkışıyor, nefes alamıyordu. Bir iki adım daha atarsa, dalgalara kavuşacak yaşadığı kabustan kurtulacaktı. Hastalığı ölmeden atlatmıştı atlatmasına da böyle giderse gözünden sakındığı ailesi açlıktan ölecekti. Para yok, pul yok, iş yok. Bu durumdan kurtulmak imkansız görünüyordu, daha fazla dayanacak ne hali ne de umudu kalmıştı.
Bir adım daha attı denize doğru. Belki onsuz olurlarsa, karısı ve çocukları yıllarca görüşmediği kayınpederinin evine giderlerdi. En azından kızını çocukken acımadan yurda bırakan babası insafa gelir ona ve torunlarına bakabilirdi. Evet evet, o olmazsa daha çabuk toparlanırlardı. Bir adım daha attı denize doğru. Yağmur başlamış, herkes evine çekilmişti, etrafta pek kimse yoktu. Dilinden, kendisinden başka kimsenin duymadığı “Özür dilerim, özür dilerim…” kelimeleri akıp dalgalara karışıyordu.
O sırada telefonu çalmaya başladı, eli cebine gitmedi. Yok yok, kimse onu vazgeçiremezdi. Uzun uzun çaldıktan sonra telefon sustu. Bir adım daha atsa dalgalara kavuşmuş olacaktı. Dayanamadı yeniden çalmaya başlayan telefona baktı. Hakkını ödeyemem dediği, ambulans şoförü komşusu Tahsin abi arıyordu. Evdekilere kötü bir şey mi olmuştu yoksa? Karısının telefonunda kontör kalmamıştı, o arayamazdı. Elleri titreyerek telefonu açtı. Karşısında heyecanla konuşan karısı " Canım neredesin" deyip duruyordu "Neredesin?" Yoksa iyi yürekli karısı hissetmiş miydi kötü bir şey yapacağını? Toparlandı birden, sesinin titremesine engel olmaya çalışarak "Buradayım" dedi, nerede olduğunu bilmeden. “Ne oldu? Korkutma beni”, kötü bir haberi daha kaldıracak hali yoktu zira. Kalbinin atışlarını boğazında hissediyordu. “Canımın içi korkma kötü bir şey yok.” dedi karısı “Nevin Hanım vardı ya hani, o aradı. Annesine bakıcı arıyorlarmış, eğer tamam dersem antikor testi yaptıracaklar. İşe başlayacağım hemen, avans da verecekler”. Kocasının yapmak üzere olduğu korkunç şeyden habersiz sevinçle anlatıyordu. O ise kelimeler boğazında düğüm olmuş bir halde sustu, derin derin iç geçirdi, bir adım geriye geldi. Söylenecek çok söz varken söyleyemedi, söylese de karısı duymazdı zaten o kadar coşkulu anlatıyordu.
Gayriihtiyari bir iki adım daha attı geriye doğru, olduğu yere çöküverdi. Aradan kaç dakika geçti bilmiyordu. “Neredesin? Neden konuşmuyorsun? Bir cevap ver Allah aşkına!” Can yoldaşı karısı konuşup duruyordu telefonun diğer ucunda “Haa erzak paketi de getirdiler belediyeden. Hadi bir an önce eve gel, yağmur başladı üşüme sokaklarda daha fazla. Bana bak, kutuda çikolata var ama, sen yine de gelirken çocuklara gofret al bakkaldan, gönülleri olsun, yarın öderiz borcumuzu, hadi öptüm” dedi gülerek kapadı. Telefon elinde kalakaldı, “Tam zamanında” diye geçirdi içinden “Tam zamanında”. Yüreğini serinletmek istercesine üst üste nefes alıp verdi, bir iki kere öksürdü. Umut, küçük bir pamuk ipliğine dönüşmüştü. Çöktüğü yerden kalktı, üstünü başını silkelerken sırılsıklam olduğunu fark edip üşümeye başladı. Gitgide kabaran dalgalara göz ucuyla baktı. Hep uzak kalmaya özen gösterdiği deniz kenarına nasıl gittiğini hatırlayınca boğulacak gibi oldu, ürperdi. Yüzme bilmediği için oldum olası korkar, yakınına bile adım atmazdı oysa. Çocukken korkunca yaptığı gibi, gözlerini sımsıkı kapadı, gülümseyerek döndü eve doğru yürümeye başladı. “Gofret almalıyım çocuklara.” dedi.