Maneki Neko
Pırıl pırıl güneşli bir havada görkemli çınar ağacının gölgesinde dinlenmek, uzun zaman sonra ona en iyi gelen şeydi. Ilık rüzgâr estikçe sanki sırtındaki yükler de hafifliyordu. Kendine ayırabildiği ender zamanlarda soluğu burada alıyordu. Huzur doluyordu içi. Hep böyle iyi hissedebilmeyi diledi, buna kendi de inanmayarak. Neredeyse başlarlardı adıyla seslenmeye. Devamlı kendisinden bir şeyler talep edilmesinden yılmıştı. Bütün hayatı ona söylenenleri yerine getirmekten ibaretti sanki. Dediklerini yaptıkça daha da fazlasını istiyorlardı. Bencillikleri, tolere edilecek durumu geçmişti artık. Üstüne takdir görmemek ve devamlı eleştirilmek de eklenince artık dayanılmaz olmaya başlamıştı. Ah, bir de başkalarıyla kıyaslanmak yok muydu? Kendinde olan birçok olumlu özelliğin, onlarda olmadığını göz ardı ediyordu en yakınları. Sanırım en yakınlarının aslında o kadar da yakın olmadıklarını keşfetmek canını yakmıştı. Bunu, kendine bile itiraf edemiyordu. Kabul edemiyordu çünkü. Yüreğinin derinliklerinde ince bir sızı hissetti. Japonların Maneki Neko adını verdikleri Şans kedisi aklına geldi, tombul sarı kediyi görünce birden. "Bir tane alsam, elini sallayınca bana da şans getirir mi acaba?" diye düşünürken onu çağırdıklarını duymasıyla gerçek hayata döndü. İsteksizce oturduğu yerden kalktı. Ayakları geri geri gidiyordu ama yapacak bir şey yoktu. "Bir kediden medet umar duruma geldiysem, vay halime!" diye söylendi. Bir an önce tekrar kendi kendine kalarak bu huzuru yakalayabilmek için zamanın su gibi akıp geçmesini diledi tombul sarı kediden.