Bende Evrak Kaybı Olmaz/dı
Kedilere yem verdim mi bugün ben? Ya tavuklara mama?
Ne çok unutur oldum. Eski arşivciyim ben, bende evrak kaybı olmaz.
Yani olmazdı, eskiden…
Şimdi mi? Çok unutuyorum, her şeyi unutuyorum.
Ocağın altını açmadan çayı demlemeye çalışmışım mesela geçen sabah. Bekledim bekledim, kaynamadı su. Kaynasa demlerdim çayımı bir güzel. Ama yok. Ne kadar geçti bilmiyorum karnım iyice guruldamaya başlayınca fark ettim çaysız kahvaltı yapamıyorum ben. Geçmiyor boğazımdan yediklerim çaysız. Kahvaltı dediğim de iki zeytin, bir dilim peynir sonra hep çay benim için. Zeytini de günde yedi tane yemelisin, diyorlar televizyon doktorları ama ben yiyemem o kadar zeytin.
Ne diyordum? Yalnızlık zor. Evim dağılmıyor bile. Eskiden sabah erkenden kalkar; kahvaltıya kadar ortalığı toparlar, evi siler süpürür; tüm işleri bitirirdim. Ama şimdi kim dağıtacak evi?
Barış’a krep yapardım, Selin’e de şu krep hamurundan ama şekerlisinden neydi o, hani pofidik olandan, onu çok seviyor diye ondan yapardım. Ben mi, aman ben yemem öyle şeyler. Çay olsun yeter. De… ama işte o gün unutmuşum ocağın altını açmayı. Çok bekledim. Çok acıktım.
Neyi beklediğimi de unuttum sonra. Nihal geldi öğlen. Artık yanımda çalışmıyor ama arada uğrar, halimi hatırımı sorar sağ olsun. Birer kahve yapar bize, konuşurken içeriz. En çok o konuşur, ben dinlerim. Nihal, ben hastanede çalışırken benim eve temizliğe gelirdi iki haftada bir. Eli her işe yatkındır, temiz ve hızlı da çalışır ama biraz gevezedir. Önceleri ben pek haz etmezdim öyle çok konuşmasından. Her şeye bir lafı vardır, herkesi tanır. Her şeyden anlar. Ne yapayım ben de iki dinler, üç dinlemezdim anlattıklarını. Şimdi mi? Hâlâ çok konuşuyor ve hâlâ takip edemiyorum her anlattığını ama dinliyorum Nihal’i.
“Kız Asuman abla sen kahvaltı yapmadın mı? Mutfak masasında öylece duruyor kahvaltılıklar. Sonra hatırladım kaynamadı ki su demleyeyim… “Ay Asuman abla alemsin yaaa! Ocağı açmamışsın ki sen kaynasın su. Aman dur, kahve dursun bugün. Ben senin çayını yapayım da bir lokma bir şey ye. Bir yandan çayı demliyor, bir yandan da anlatıyordu yine Nihal. Her cümlesinin başında “Ay kız abla!” demesinden bile rahatsız olmuyorum artık.
“Ay Asuman abla, kız biliyor musun, Dilber’in kocası hapisten çıkmış; güya düzelecekmiş de evliliğini de kurtaracakmış, yeniden karısının gönlünü alacakmış. Ama geçti ablam, Dilber o hocaya aşık oldu. Daha bakmaz o sevimsiz kocasına…..”
“Dilber kimdi? Kocası ne için hapse girmişti?”
“Ay ablaaaa kız dizideki Dilber.” Geçen hafta birlikte izlemiştik ya unuttun mu?”
Annemlerin köyde de Dilber teyze vardı. Üç kızı olmuştu peş peşe. Ama Dilber teyze kız çocukları doğunca susanlardandı, hiç sevemedi kızlarını. Zavallı kadın. Onun da suçu yok aslında. Kocası erkek çocuk isterdi. Kaynanası da bir erkek çocuk doğuramadın aslan oğluma, diye söylenip dururdu herkesin içinde. Köy küçük yer. Ne yapsın kadın, insan içine pek çıkmaz oldu. Herkesten, her şeyden soğumuştu. Kızlarından da… Kızların büyüğü evde işlere yardım ederdi. Okumayı çok istedi kız ama köydeki okula bile göndermediler onu. Dilber teyze sabahları ev işlerini halleder, bağ bahçe işlerine de koşardı. Kocası Selim amca annesinin yanında süslü horoz gibi kabarır kabarır, etrafta dolanırdı ama işte güçte gözü hiç yoktu onun. Ortanca kızı köydeki okulu bitirince yatılı okula gönderdiler. Hemşire çıkacak demişlerdi ama evlendikten sonra bir hastanede memur oldu dediler. Küçük olan da babaannenin elinden çok ekmek yemiş olacak ki “Ben okumayacağım, beni alan adam baksın bana.” demiş ilkokulu bile bitirememişti. Hepsinden önce o küçük kız evlendi. Sonra hemşirelik okulunu bitirdiği sene ortancayı evlendirdiler bir askerle. Yaşı büyükmüş adamın ama rahat edermiş kız. Büyük kız yaşlı babaannesine baktı epey. Birine nişanlayacakları sene Selim amca kasabadan dönerken kaza yaptı. Kaza haberini Dilber teyzeye vermeye gelenler bulamadı onu evde, köyde. Sonrasında da gören olmamış hiçbir yerde Dilber teyzeyi. Büyük kız mı? Yatalak kalan babasına baktı senelerce. Mecbur nişan da bozuldu. Sonra bir iki isteyeni oldu ama Selim amca….
Bir akşam da uyumayı unutmuşum biliyor musunuz? Selin ile Barış’ı bekliyordum balkonda. Sabah ezanı okunduğunda hatırladım ki Selin kocası ile İngiltere'ye taşınmıştı, Barış da üniversiteden sonra gitmişti yabancı memlekete. Yabancı bir kızla da evlendi ya daha dönmez. Suyu mu çıkmıştı ülkemizin? Köydeki bağlar kaldı öyle. Benimkiler sahiplenmezse kim sahiplenecek? Ablamın çoluğu çocuğu yok. Kardeşim desen, yok o nemrut kocası malına mal mı eklesin? Zaten kimseye sormadan ekip biçtiriyormuş bizim yerleri.
Barış bir de bana kameralı bir telefon almış, sanki becerip kullanabilirim de… Ben arayamam da fırsat bulup arayabilirlerse açıyorum gösterdikleri yere basıp.
Ne diyordum? Yalnızlık zor. Ses olsun diye televizyonu açıyorum arada. Sonra kapatmayı unutuyorum, uykumdan uyanıp gecenin bir yarısı evde ses duyunca da korkuyorum.
Ahh ah, kedileri çok severdi annemlerin köydeki Dilber teyze ama tavuklardan hiç haz etmezdi. Bir sürü tavuğu vardı kaynanasının, hepsine de Dilber teyze bakardı. Bırak kediyi eve sokmayı bahçede bile beslemesine izin vermezdi kaynanası. O yüzden gizli gizli beslerdi kedileri..
Neydi kedileri seven o teyzenin adı? Ben de çok severim kedileri. Tavukları da severim ben. Ama ne kedim var ne tavuklarım.
Çay mı? Nihal demlemişti sanki. Kaldıysa bana da bir bardak koyar mısınız?