Kirazlı Toka

Beste, insanın ruhunu okşayan kuşların şarkılarıyla güne uyanarak yatağından gülümseyen bir yüzle kalktı. Yeşilin ve mavinin kaynaştığı doğanın güzelliğine bakan penceresini açıp denizin kokusunu bir solukta içine çekti. İşlerinin yoğunluğu dolayısıyla uzun zamandır tatil yapamayan Beste, iki günlüğüne de olsa bütün işlerini bırakıp ailesinden kalan köydeki evine kaçmıştı. Evi, doğanın bütün renklerinin bir arada olduğu sahil köyünde idi. Yeşil ve mavi birbirine karışarak huzurun notalarını bestelemekte, olağanüstü bir ihtişamla insanın benliğine işlemekteydi.

Beste, uzun süre önce okumaya başladığı lakin bitiremediği kitabını sahilde okuyup bitirmeyi planlamıştı. Kahvaltısını alelacele yaparak çantasını hazırladı. Koluna en sevdiği kirazlı tokasını taktı ve evden çıktı. Kirazlı toka, Beste’ye çocukluğundan kalan ve uğurlu olduğuna inandığı bir tokaydı. Tokayı saçına değil de bileğine takarak her gün evden çıkardı. Tokanın uğuruna öyle inanıyordu ki takmayı unuttuğu zaman işlerinin ters gittiğini düşünüyordu.

Sahile gitmesi için yürüyeceği yol o kadar kısaydı ki ellerini uzatsa denizin suyu avuçlarına dolacaktı sanki. Bu kısacık yolda Türkan nineyle karşılaştı. Türkan nine dağdan şifalı otlar toplamış, evine gidiyordu. Doksan yaşında olan Türkan nine, yaşına rağmen her işini kendisi yaptığı gibi dağlardan otlar toplamaktan da vaz geçemiyordu. Köyün şifacı anasıydı o. Yılların izini taşıyan güzel yüzündeki sıcacık gülümsemeyle baktı Beste’ye. Beste, hemen ninenin elini öptü. Sımsıkı sarıldılar birbirlerine. Beste’nin annesi, Türkan ninenin elinde büyümüştü. Nine köyden dışarı sadece Beste’nin annesi ve babasının düğününde çıkmış, onlar için dualar etmişti. Ölümle sonuçlanan kaza haberini aldığında da aylarca karalar bağlamış, yas tutmuştu. Gözleri dolan nine, Beste’yi annesine benzetir ve onu her gördüğünde geçmişi, hatıraları canlanırdı. Biraz sohbet ettikten sonra Beste, nineye tekrar sarıldı, öptü ve yoluna devam etti.

Sahil, Beste’nin ayaklarının altında, ışıltılarını mutlulukla yağdıran güneş gök kubbede, karıncanın su içtiği deniz gözlerinin önündeydi. Terliklerini çıkaran Beste, denizin kokusunu tekrar içine çekerek havlusunu kumun üzerine serdi ve oturdu. Bir müddet bakışları ufka odaklandı. Ne düşündüğünü kendi de bilmiyordu ya da bilmek istemiyordu. Gök kubbenin maviliğinde süzülen bir martının sesiyle bakışlarını martıya çevirdi. Gülümseyerek martıyı izledi. Sonra çantasından kitabını çıkardı. Kitabın sayfalarını çevirdikçe romandaki kadın karakterin hayat anlayışına hayran kalıyordu. Ertelemek ya da ötelemek sözcükleri kadının kelime dağarcığında yoktu. Hayatı ertelemiyor, yaşanması gereken hiçbir şeyi ötelemiyordu. Ya Beste? Onun hayat anlayışı?

 Beste, bir an kendini romandaki kadın karakterin yerine koydu. Onun gibi olabilir miyim? “Keşke” dedi, iç sesiyle. “Keşke her şeyi, ertelediğim, ötelediğim her şeyi, hayatımı değiştirebilsem. Keşke, keşke…” Beste’nin zihni keşkelerle doluydu. Kirazlı tokasını bileğinden çıkardı ve avucunun içine aldı. Kirazlı tokaya bakan bakışları giderek flulaşmaya başladı. Göz kapakları uykuya kapandı. Bilinçaltının keşkeleri rüyasında onu rahat bırakmadı. Anne ve babasına işlerinin yoğunluğunu bahane ederek çok az ya da hiç vakit ayırmamıştı. Keşke… Çocukluk aşkıyla yine işleri yüzünden ayrılmış, sevgisini, aşkını işlerine gömmüştü. Keşke… Ya arkadaşları? Etrafında arkadaşı kalmış mıydı? İşleri ve keşke…

Rüyasındaki keşkeler, bir trenin vagonları gibi uzayıp gidiyordu. Yüzünde sıcak bir ıslaklık hissiyle uyandı. Önce ürperdi ve bir çığlık attı. Sonra sevimli bir yavru köpekle göz göze geldi. Uzandığı havlunun üzerinde doğruldu, sevimli yavruyu kucağına aldı. Rüyasındaki keşkeler, hayat anlayışını değiştirmesi gerektiğine dair ona ışık olmuştu. Beste, artık eski Beste olmayacak, hayatında keşkelere yer vermeyecekti. Çantasını topladı. Avucundan düşen kirazlı tokasını bileğine taktı. Sevimli yavruyu kucağına alarak evine doğru yola koyuldu.

Eve girer girmez telefonunu eline alıp iş yerini, sekreterini aradı. Sekreterine uzunca talimatlar verdikten sonra telefonu kapadı ve derin bir nefes aldı. Sevimli yavruya baktı. “Senin adın Kiraz olsun. Sana da kirazlı bir toka alalım.” dedi. Rahatlamış bir hâlde Kiraz’la oynamaya başladı. Birlikte karınlarını doyurdular ve Türkan ninenin evine doğru yola koyuldular.

 


İlginizi Çekebilir

Kar Yağmalı Mart'ta

Prof.Dr.Erdal BELEN

Yol

Sonay SALMAN