Kürator

(Tefrikadır)


Bölüm 1:

Aniden uyandı. Senkronize bir biçimde tepesinden tırnağına kadar yayılan iki uçlu güçlü bir kramp bir anda ağzından kopardığı bir haykırış ile bedenini terk etmişti. Aniden açılan gözleriyle etrafını incelemeye koyuldu. Karanlık… Görebildiği tek şey buydu. Yavaş yavaş karanlığa alışan gözlerini bir miktar da ovuşturduğunda gördüğü manzarayı anlamlandırmaya çalıştı. Bir sedyede yatıyordu. Etrafında başka sedyeler de gördü. Biri ile karşılaşma korkusu -aynı zamanda heyecanıyla- yerinden kalktı. Duvarlar yosuna benzer bir maddeye bezenmişti. Bastığı yer nemli, geçtiği bölmeler bir koridoru andırırcasına dar geçitlerdi. Sonunda bir ışık gördü. Koşar adımlarla ışığa doğru ulaştığında vardığı nokta geniş bir salon, büyük ekranlar; hepsinin arasında alımlı bir kadın duruyordu. Boşluğu süzerken kadın arkasını döndü. Yüzünde geniş bir gülümseme ile:

-Kürasyon’a hoş geldin. Biz de seni bekliyorduk.

- Siz kimsiniz?

-Genelde burası neresi diye sorulur. İlk defa bu soruyla karşılaştım. Ama onurlandırmadı desem yalan olur. Bu soruyu ben sana yöneltsem?

-Özgür ismim.

Kadın irkildi. Yüzünde sebebi anlaşılmayan bir gerginlik oluştu.

-İsmini hatırlıyorsun?

-Hatırlamamam mı gerekiyordu? Senin ismin nedir?

-Sana etrafı göstermemi ister misin?

-Ama… Sorumun cevabı?

-Gel hadi. Burası Kürasyon’un ana karargâhı. Gördüğün ekranlar görevini yerine getirmene yardımcı olacak araçlar. Nasıl kullanman gerektiğini teker teker göstereceğim merak etme. Ama ilk günden çalışmak istemezsin diye düşünüyorum.

-Ne çalışması? Ne demek istediğini anlamıyorum. Neredeyim ben?

-Eveeet. Asıl soruya geldik işte. En son ne hatırlıyorsun?

Sağ üst köşeye doğru bakarak bir süre düşündü Özgür. Bir yandan olan bitene anlam vermeye çalışıyordu.

-Arabayla ilgileniyordum. Bakımları falan. Sonra kuzenim aradı…

-Sonrasında?

-Boks maçı vardı.

Kadın ışıl ışıl bakan meraklı gözlerle onu dinliyordu.

-Sonrasını hatırlamıyorum.

-Bu işin en nefret ettiğim kısmı. Ama maalesef ki bir çırpıda söylemek üzere eğitildik. Salona doğru yola çıktın.

-Ne demek istiyorsun? Nasııııl? Neyse ya… Çıkış nerede? Gitmek istiyorum ben.

Arkasını dönüp gitmek üzere yola koyulmuşken kadın onun peşinden sürüklendi.

-Özgür, dur…

-Neden durayım?

-Özgür… Bak birisine ismiyle seslenmek benim için çok garip. Ama şu an durman gerekiyor.

-Ne demek bu?

-Bu, açıkçası hiçbir yere gidemezsin demek. Burası son durak Özgür.

-Bennnn… Öldüü…m mü?

Kadın uzun uzun Özgür’ün gözlerinin içine baktı.

-Cevap vermeyecek misin?

-Açıkçası bu kadar zeki birini beklemiyordum.

-Öldüüm yani ben, öyle mi?

-Seni yaşatmak için elimden geleni yaptım Özgür…

-Anlamıyorum.

-Anlatmama izin vermiyorsun çünkü.

-Anlatsana o halde. Hem daha ismini bile bilmiyorum.

-Çünkü ismimi ben de bilmiyorum. Ben 1. Küratör’üm. Birazdan 2. Küratör ile tanıştıracağım seni. Sen de 3. Küratör’sün.

 

Bölüm 2:

 

Buldum… Geçmişimi buldum. Aklımda olmasa da bu satırlardaydı işte. Gözlerime oturmuş yaşlar bir anma töreni ritminde yer çekimiyle buluştu. Adım… Adım Meva. Sözlük karıştırmalıyım, ne demek Meva? M harfi… Ma… Me.. İşte burada buldum. Meva; Arapça kökenli… Sığınılacak yer… Kim koymuş acaba ismimi? Aklımda öyle çok soru var ki… Doğum yerim Biblos. Nerede acaba? Hatırladığım bir yer değil. Haritanın her köşesini de arayamam ki… Nerede olduğumu dahi bilmezken Biblos denen yere nasıl giderim? Yaşım 30. Doğum tarihim… Doğum tarihim yazmıyor maalesef. Kahretsin. En azından bu veriden hangi yılda olduğumu bulabilirdim. Ama bu mekân bana sürekli bir pus bırakıyor. Ne kadar aralasam da pusu, bana doğurduğu hep yeni bir pus. Eksik her şey. Dosyam kesinlikle eksik. Koleksiyondaki hiçbir dosya iki sayfa ile sınırlı değil! Ve de bu kadar az veriyle. Anlamıyorum. Yoksa ben öykümü tamamlayamadığım için mi küratörüm? Yoksa, yoksa öyküsünü bitirdiğim herkes benim gibi gidip başka bir koleksiyonun küratörü mu oluyor? Ve sonra, sonsuza kadar… Hayır, Meva kendine gel. Bu sadece bir teori. Başka teoriler de olmalı. Başka gerçekler. Bir dakika… Kendime ismimle seslendim. Meva. Sanırım benimsedim bu durumu. Yüzüme oturan kocaman gülümseme de bugünkü ödülüm olsun.

-Bana ismini bilmediğini söylemiştin.

-Ne karıştırıyorsun orada?

-Sanıyorum ki günlüğün…

Tüm hışmıyla Özgür'e doğru yürüyen Meva, elindeki dosyaları ondan kaçırdı.

-Ne yaptığını düşünüyorsun?

-Ne bileyim, nam-ı diğer ikinci küratörü beklerken biraz etrafı kolaçan ettim sadece. Neden her cevabın kaçamak?

-Soğukkanlılıkla adapsızlığı karıştırıyorsun. Özel bir şey bu, özür dileyebilirsin mesela.

-Haklısın. İçimdeki karmaşayı böyle bastırabiliyorum sanırım. Özür dilerim.

-Önemli değil.

-İsmin Meva demek.

-O bir kâğıt parçası. Doğruluğundan dahi emin değilim.

-Meva… Güzel isimmiş.

-Teşekkür ederim.

Yüzünde samimi bir gülümseme oluşmuştu. O sırada içeri giren uzun boylu adamı fark ettiler. Yüzüne yansıyan bütün öfke emareleri ile bir ritim içerisindeki yürüyüşünü tam önlerinde sonlandırırken:

-Bu mu yeni çocuk?

-Evet, tanıştırayım… Özgür.

İkinci küratör hala Meva’ya bakıyordu. Özgür varlığının reddedilmesinden hiç hoşnut değildi ama bunu ifade edecek hiçbir kelime dökülmedi dudaklarından. Sadece yüzündeki öfke emareleri çatlamış damarlara dönüşen adamın bir anda patlayan haykırışını dinledi.

-Özgür mü? İsmini söyledin mi ona? Ne zamandır buradayım, ben hala ismimi bilmiyorum. Geçmişini de anlattın mı? Benliğimle ilgili her şeyi benden saklarken bu sıfatsıza bu kadar ayrıcalık neden?

Özgür yumruğunu hazırladığı gibi hedefe yöneltecekken Meva araya girdi. O sırada oluşan sessizlikten faydanalarak:

-İkiniz de durun! Öncelikle sen; Küratör… Bu Kürasyon’un yöneticisinin ben olduğumu hatırlatmak isterim. Burada geçirdiğin onca zaman içinde bana nasıl davranman gerektiğini öğrenmiş olman gerekiyordu. İkinci olarak şunu belirtmeliyim ki; benim de ilk defa karşılaştığım bir durumu yaşıyoruz. Özgür geçmişini hatırlıyor. Yani ben ona hiçbir şey anlatmadım.

Küçük bir manevra ile Özgür’e dönen Meva;

-Haksız olduğunu söylemiyorum, şahsına yapılan söylemden sonra. Ama burada benim kurallarım geçerli. Bu kurallar değiştirilebilir, yenilenebilir ve bunlar üçümüzün kararı ile gerçekleşecektir. Ama değişmeyecek kurallardan biri Kürasyon’da şiddet yasaktır.

-Anlıyorum.

-Benim henüz vardiyam başlamadı Kürator. Müsaadenle ben dinlenme alanındayım, diye araya girdi İkinci Kürator.

-Elbette ki Kürator. Zamanla herkes birbirine alışacak. Bunun üzerine akşam yemeğinde konuşacağız zaten.

İkinci Küratör mekânı terk ederken sessizlik bir süreliğine ortamı ziyaret etti. Bu ziyaretten hoşnut kalmayan Özgür lafa girdi.

-Buradan çıkış yok derken doğruyu mu söylüyordun?

-Hala soğukkanlılığını koruyorsun demek…

-Hala lafı dolandırıyorsun!

-Maalesef ki buradan çıkış yok Özgür. Bir çıkış bilseydim ilk önce ben çıkardım emin ol.

-O halde… Ne iş yapacağım öğrenebilir miyim?

-Şu anda kafandan biraz oyanalayım çıkış yolu bulurum gibi bir fikir geçtiğini biliyorum.

Elini öne doğru sallayarak konuşuyordu, “Ama ne yapacağını söyleyeyim. Öyküleri kürate edeceksin.”

-Hangi öyküleri?

-Bu koleksiyonda Türkiye sınırları içinde yaşayan insanların hayat öykülerini kürate ediyoruz.  Şimdiye kadar iki kişiydik gördüğün üzere. Ama artık takımda taze bir kan var.

-Kürate etmekten kastın nedir anlamadım?

-İnsanlık bir zaman döngüsü içinde. Yaşam ile ölüm arasında ya da doğum ile ecel arasında. Bu süre zarfında nelere karar verdikleri, hangi eylemlere ayaklandıklarını kontrol eden iki etmen var. Külli ve cüz’i irade. Cüz’i irade insanın öz benliği, iradesi dahilinde verdiği kararları kapsar. Fakat dışarıdan gelen, çoğunlukla tesadüf ya da tevafuk olarak adlandırılan külli iradenin de uygulayıcısı bizleriz.

-İnsanların hayatlarına müdahale ediyoruz yani?

-Doğru.

-Sınırlarımız ne?

-Sadece doğrular. Doğru olduğuna inandığın şeyler.

-Nasıl yani? Ya benim doğru bildiğim yanlışsa?

-Bunun için eğitileceksin Özgür.

-Hala mantıklı gelmiyor.

-Mantık ile doğruyu bir kefeye koymamalısın. Gel, yavaş yavaş başlayalım. Bugün bir nostalji hareketimiz var.

-Anlamaya çalışıyorum hala…

-O halde vaka üzerinden gidelim.

Hızlı adımlarla ekranlardan birinin önüne geçen Meva, en profesyonel tavrını takınarak anlatmaya başladı.

-Bir varlık temasının notalarını oluşturan insanoğlu sürdürülebilir bir yaşam formuna sahip olması hasebiyle daimî olarak kabuk değiştirir. Kimisinde bu yansımaların izine pek rastlanamazken kimisinde çok net okunur şekildedir.

Özgür gözlerini kırpmadan Meva’yı dinliyordu. Dikkatin üzerinde olduğundan emin olan Meva devam etti söylemine.

-Bu enstrümantal sistemin bir notasını vaka olarak ele alalım. Bu vaka 50lilerin ortalarında bir kadın -ki bu yaşlar değiştirilen kabuğun net gözlemlenmesine ziyadesiyle yardımcı olmaktadır. İsmi Meral Yüce. Dediğim gibi 50lilerin ortasında ve yaşam mücadelesinin son demlerine geldiğinin farkında değil!

-Öldürecek miyiz onu?

-Biz bu konuda karar verici değiliz. Sadece uygulayıcıyız.

-O halde o da dördüncü küratör mü olacak?

-Hayır, hayatını kaybettikten sonra başına ne geleceğini bilmiyoruz. Biz sadece görevimizi yerine getiririz.

-Benim buraya geleceğimi nasıl biliyordun o zaman?

Meva biraz gerildi. Ama kendini toparlayıp:

-Seni ben seçtim Özgür.

-Neyim ben? Domates falan mı!

-Bak buraya birisi gerekiyordu. Bunun iznini almak dahi uzun sürdü. Sonrasında…

-Sonrasını ben bulurum, bakalım…. Aaa bu neymiş acaba?

Karıştırdığı klasörler içinden bir dosya kâğıdı çıkardı. Meva onu durdurmaya çalışsa da boy avantajıyla kâğıdı yüksekte tutmayı başardı ve okumaya başladı.

“Gitti…

Ardına bakmadan çekip gitti yıllar. Birçoğu da hatırlayamadığım yıllar… Bulduğum belgeler yalan söylemiyorsa 30 yaşındayım. 30’un sadece 8’inin benimle olması ne kadar da ironik değil mi? Geçmiş puslu, geçmiş yorgun ve ben geçmişten daha yorgunum. Sırtıma yüklenen hatırlamadıklarım, hafızamdakilerden daha ağır. “Kimim ben?” sorusuna bir cevap yok. Nereden geldim sorusu da hakeza cevapsız. Bildiğim tek hayat bu. Öykülerin küratörüyüm ben. Ama kendime ait bir öyküm yok. Hayatta kalmak için öyküsüzlüğü kabullendim. Tek umudum birisinin gerçekten öyküsünü bitirmesi. Belki o şekilde ben de kendi öyküme başlarım.”

-Artık sağı solu karıştırmayı bırakır mısın Özgür?

Meva’nın öfkeden gözleri dolmuştu. Bu manzara Özgür’ün bir miktar öfkesini dindirmeye yetmişti.

-Öyküsünü bitiren ben miyim?

-Evet.

-Ne anlamda peki?

-Adem-i Kamil kavramı. İnsanlığın zaman içerisinde kimliğini ortaya çıkarabilmesi, kim olduğuna dair kesin veriler koyması ve bu yolda mertebe kat etmesi demektir. Bu bir yolculuktur. Sonu yoktur. Ama yol üzerinde mertebeler bulunur. Sen bu mertebelerin bazılarını geçebilmiş bir insansın. O yüzden seni seçtim.

-Sen bu mertebelerin neresindesin peki?

-Aslında görebiliyor olman lazım, baksana, aynı yerdeyiz…

Öfkesinden bir miktar daha kurtulmuş görünen Özgür, cevap verdi.

-Pekala, devam edelim o zaman.

-Meral’den bahsediyorduk. 50lilerindeki bu vaka genel hatlarıyla bir nostalji güzellemesi içinde. 80lerde yaşadığı ve belki de çoğu zaman -yaşayamadığı- gençliğine özentiyle avangart mobilyalarla evi, muhallebicide içtiği kahve ile hatırası dolu. Her hafta kutsal çarşı-pazar dolanması sonucu yorgunluk kahvesini içip eve dönmek onun için vazgeçilmez bir eğlence fırsatı… Ta ki bugüne kadar…

-Ne olacak bugün?

Bir eliyle ekranı işaret eden Meva, konuşmaya devam etti.

-Bu haftanın eğlence ödevini yerine getirme sebebiyle çıktığında kafayı kaldırmasıyla uzun zamandır nostaljik bir tavırla baktığı sokak bir anda megakente dönüşüyor bak. Esnaflar alışveriş yerlerine, muhallebici lüks bir kafe haline geldi… Bu arada şu an Meral’in zihninin içindeyiz.

-Nasıl oldu bu?

-Zihnine gönderdiğimiz nostaji-savar dalgalarla.

-Şimdi ne olacak?

- Gördüğün üzere vaka sendeliyor. Nöronlarına gönderdiğimiz nostalji-savar dalgalar işe yaradı. Bakışlarına dikkat et, buradan takip edebilirsin akışı. Gözleri normalinin iki katı açıldı ve şimdi de bir sakinlik kapladı üzerini. Şöyle bir hareketle -kontrol merkezinden birkaç tuşa basıyordu o sırada- gözüne ilişen ilk banka oturmasını sağlıyoruz. Hemen yakınlardan birinin durumu fark etmesini sağlayalım şimdi de! Bu arada bu benim şahsi tercihim. Kimsenin yalnız göçüp gitmesine gönlüm razı değil. Ambulans arandı. Ardından acilen gelen ambulansla hastaneye götürüldü vaka.

-Ne oldu şimdi?

-Son nefesini vermek üzere hastaneye kaldırıldı.

-Ölüm sebebi?

-Kayıtlara muhtemelen kalp krizi olarak girilecek.

-Peki neden? Ne oldu yani?

-Vaka bugünden korktuğu için nostalji-severdi. Ne olduğunu bilmediği bugüne sırtını dönmüş, daha tanıdık olan geçmişe tutunmuştu. İstediği değişmemek değil, kavrayamadığına bağlanmamaktı ve bu korkuyla ilk defa o an o saniyede bir tokatmışçasına çarpışmak travmaya yol açmıştı. Bu ani duygusal değişime yorgun bedeni dayanamadı.

-Anlıyorum. Geçmişin arabası kaza yapmakla mükelleftir tabi.

-Güzel laf, dedi Meva. Araba demek…

-Evet, arabaları severim.

-Hımm, bu arabalardan biraz bahsetmen gerekecek. Ben hiç binmedim.

Şimdi ikisi beraber gülümsüyorlardı.

-Seni bir miktar gülümsetebilmek sevindirici, dedi Özgür.

-Eğitimde olduğunu unutma Üçüncü Kürator, diye atıldı Meva.

-Tamam, bunu kabulleniyorum diyelim. Gerçekleri tam olarak ne zaman öğreneceğim…

-Ben öğrendiğimde Özgür… dedi Birinci Kürator, gözlerini uzaklara yönelterek…


İlginizi Çekebilir

Bahar

Erol ÇOLAK

Tünelin Ucunda Görünen Işık

Ayşe Şengül ÖZER