Kokuların Savaşı

Alp Dağları'nın muhteşem manzarası arasında yol alan tren, zoraki geldiği istasyona yolcularını indirdikten sonra buruk bir siren sesiyle devam etti. Trenden inen yolcular, sokaktaki anonsları duyduktan sonra göz bebekleri büyüyüp birbirine bakındılar.

“Sevgili kasabalılar ve misafirler, derinizin altından gelen koku size verdiğimiz kokudan farklıysa derhal size en yakın sağlık kuruluşlarına gidin.” Bir zamanlar canlı ve hareketli olan kasabanın içi terkedilmiş binalarla doluydu. Ancak, birçok kişi kasabanın hareketli zamanlarını hatırlamıyordu bile. Dev modifiyeli arabalar, gaz maskesi satan sokak satıcıları, enkaz yığınları her köşe başında göze çarpıyordu. Gökyüzü, dumanlarla ve her an yeryüzüne inmeye hazır sarı zehirli gazla kaplıydı, güneşin zayıf ışığı bir perde gibi sızıyordu istasyona.

Trenden telaşla inen Emma’nın gözleri, çevresini tarıyor, yüzündeki derin çizgiler yaşadığı stresin ve korkunun izlerini taşıyordu. Bu izler, yaşının ötesinde derinleşmiş, deneyimlerinin ağırlığını taşıyan izlerdi. Emma'nın omuzları düşmüş, başı önüne eğilmiş, adımları tedirgindi. İç dünyası, sisli bir orman gibi karışmıştı. Korku, umutsuzluk ve endişe, bu ormanda dolaşan yabani yaratıklar her an saldırıya geçebileceklermiş gibi duruyordu. Ancak Emma'nın içinde bir ateş, bir direnme isteği yanıyordu. Her ne kadar kırılgan ve korkak görünse de içindeki bu ateş, onun güçlü olma potansiyelini taşıyordu. Belki de bu zorlu dünyada, kendisini ve çevresini aydınlatacak bir yol bulabilirdi.

Etrafına bakındı, tanıdık bir yüz aradı, rejim karşıtları onu istasyonda karşılayacaklar mıydı emin değildi artık. Emma, çocukluğundan beri korktuğu zaman kulaklığı kulağına takar sevdiği müziklerin ritmine kendini kaptırıp anda kaybolurdu. Kulaklığı taktığında dışarıdaki o karmaşa, içindeki sessizliğe çoktan yerleşmişti bile. Gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. O esnada etrafındaki insanlar birbirinin yüzüne korku dolu bakışlarla bakıyordu. Sağa sola koşuşturan kuzguni siyah sakallı bir cüce tok sesiyle bağırdı.

“Yine oluyor, o koku, koku… Kaçın…” Trenden inen insanlar kapalı bir yer bulmak için koşuşuyorlardı. İhtiyar bir kadın hızlı adımlarla yürürken dengesini kaybetti. Ve ayakta duran Emma’nın sırtına abandı. Emma kucağında sıkıca tuttuğu çantasıyla birlikte yere kapaklandı. Yaşlı kadın, telaşla tekrar kalkıp hızlı adımlarla yürüdüğünde Emma haykırdı.

“Neler oluyor…” Genç bir kız yanına yaklaştı Emma’nın.

“Koku, koku, almıyor musun paslı metalik kokuyu? Birazdan yere düşenleri toplamaya gelecekler.”

“Kaçınnn!”

Ayakta durmaya çalışan Emma’nın bacakları, titrek ve zayıf bir köprü gibi sarsılırken, adımları sallanıyor, elleri bedeninde savunmasızca çırpınıyordu. Gözüne kestirdiği kapalı alana doğru koşmaya başladı. Kapıyı açmaları için yalvardı. Kapının ardındaki yaşlı kadın yavaşça kapıyı araladı, Emma’nın kolunu sıkıca kavrayıp içeri çekti.

 “Neden indin trenden?”

“Beni karşılayacaklardı. Ama…” Gözleri şaşı olan kadın koridorun sonundan seslendi. “Sokaklarda dolaşan yapay kokular insan gibi hissettirmiyor. Söylemeliyiz artık sessiz kalmamalıyız.”

“Bir zamanlar insanlar arasındaki samimi bağları güçlendiren duygu dolu anları hatırlatan doğal kokular yok artık…”

“Evet evet… İnsanlığı adım adım öldürüyor.” Duraksayıp fısıldadı yaşlı adam.

“Ama ben kokumu kaybetmedim…”

“Ben de…”

“Ben de…”

“Susun, rejim duyarsa sonumuz olur… Susun…” Odanın içi birden sessizleşti.

Emma camdan dışarı baktığında küçük bir kızın ağladığını gördü ve kapıya doğru yürüdü. Cadde üzerindeki binalar, yıkılmaya yüz tutmuştu. Camlar kırılmış, duvarlar çatlamış, evlerin kapılarının da çoğu sökülmüştü. İçlerinde, soluk ışıklar yanıp sönüyordu. O evlere kimse girmiyor rejimin gözleri, olduğunu düşünüyorlardı.

Motorundan inip hızlıca kapalı bir alan bulan Henry endişeliydi. Saatine baktı, camın önündeki perdeyi aralayıp dışardaki toz bulutunu süzdü. Birkaç dakika sonra her şey normale dönerdi.

“Çocuğu, çocuğu alın içeri…”

“O çocuk değil, tuzak... Alamayız.”

“Ama o bir çocuk…” Ona kapıyı açan yaşlı kadına doğru yürüdü Emma, ihtiyar kadını itip kapıyı açtı. Bir iki adım atmıştı ki rüzgâr, Emma’nın pembe yanağına ok gibi batarken soluduğu hava boğazını yakmaya çoktan başlamıştı bile. Başındaki şapka sırtındaki palto gibi ağırlık yapıyordu üzerinde. Emma, şapkasını sıkıca kavradı, sanki onunla birlikte tutunacak bir şey arıyordu. Etrafı zümrüt yeşili gözleri bulanık bir perde gibi görmeye başlamıştı. O esnada onu sırtından sıkıca kavramaya çalışan; sert, iri yapılı, adamın demir gibi kavrayan kollarına bıraktı, ince narin bedenini. İri adam, yüzündeki maskeyi çıkarıp o günkü avına iştahlıca baktı. Emma’yı siyah üstü açık, devasa tekerlekleri olan arabaya bindirdiğinde olmayan dişlerinin arasına son ödülden aldığı sigarasını tutuşturmuştu bile.

“Zayıf ve beyaz tenli…” Çirkin dudaklarından çıkan dumanı Emma’nın yüzüne doğru üfledi. Yanında donuk bakışlı çocuğa eğreti bakışlarını fırlattı.

“Bin araca…”

Cebinden aldığı küçük şişeyi Emma’nın kıyafetlerinin altındaki koltuk altına dayayıp, aşağıdan yukarı doğru sıkıca bastırarak çekti. Şişenin tenine değmesiyle birlikte şişenin rengi değişmeye başlamıştı. Emma, iri yarı adamın ne yaptığını görüyor ama felçli gibi kımıldayamıyordu.

“Bu yıl çok çalışmama gerek kalmayacak. Rejim yine ödüllendirir beni…” Keyiflenip radyonun kulağını büktü. İçtiği sigarasına şimdi radyonun cızırtısı eşlik ediyordu. Yağlı saçlarını kaşıdı. Arka koltukta yatan Emma’nın düşünceleri bir labirent gibi beyninin içine çoktan hapsolmuştu. Alp dağları eteklerinde dolaşan ucubeler, en iyi kokuyu bulmak için insanlardan koku numunelerinin topladığını ve sonra karaborsada sattığını öğrenmek, Emma'nın içinde derin bir iğrenme duygusu uyandırmıştı. Oysa şehirde her hafta insanlar babasının hastanesine gidiyordu.

“Emma, rejim isyancılarına katıl ve sana verdiğim iksirin notalarını seni karşılayacak kardeşin Henry’e verirsin. Zamanı gelmişti.” Nefes almaya çalıştı…

“Ama ama nasıl olur?” Gözbebekleri büyümüş vücudundan ateş çıkıyordu adeta babasına korku dolu gözlerle bakıp,

“Ölmüştü …”

“Uzun süredir rejim ailemi yok etmekle tehdit ediyordu. Biletini aldım. Kardeşin her şeyi anlatacak sana…” Babasıyla hatırladığı son konuşmaydı. Arabadaki iri yarı adam, kafasını arka koltuğa çevirip birbirine yapışık gözlerini Emma’ya dikti.

“Birazdan huzura kavuşacaksın...”  Emma, gözünden gelen yaşları silmek istese de vücudu kaskatı kesilmiş cevap veremiyordu. Meraklı gözlerle etrafına bakıyor, gözleriyle bandı kesebileceği keskin bir şeyler arıyordu. Tam ümidi kesmişti ki koltuğun altındaki demir parçasını fark etti. Almak için ne kadar uğraşsa da bedenine söz geçiremedi.

“Hay aksi nerden çıktı bu tümsek… Tuzak bu…” demesiyle aniden iri yarı adam, direksiyonu sola kırdı ve gaza bastı. Aracın arkasına takılan motosikletliler yavaş yavaş uzaklaşıyordu. Arka koltuktaki Emma, bir havaya kalkıyor bir koltuğa çivi gibi çakılıyordu. Canının yandığını hissetti bir ara, bağıracaktı ki iri yarı adamın duymaması için dişlerini kırarcasına sıktı. Önde oturan kız çocuğunun her tarafı kanlar içinde kalmış ama hiçbir şey olmamış gibi iri yarı adamla sohbet ediyordu. İri yarı adam kafasını çevirip arka koltuğa pis pis sırıttı.

“Kurtuldun, iyisin hadi. Onların eline düşseydin kaliteli bir kokunun nasıl oluştuğunu anlamak için seni parçalara ayırırlardı.” Hazinesini koruyan bir kahraman gibi mutluydu.

Yanındaki iri adamın sessizliği ve tehditkâr tavırları Emma'yı daha da korkutuyordu. Gözleri çantasını aradığında küçük kızın sıkıca tuttuğunu gördü.

“Lanet olsun, göt herifler nerden çıktınız yine?” Emma vücudunu hareket ettirebiliyordu artık, koltuğun altında duran metal parçasına parmaklarının ucuyla aldı. Motor yaklaştıkça Emma sağa sola savuruluyor, parmaklarının ucunda sıkıca tuttuğu demiri her fırsatta banda sürtüyordu. Motorun üzerindeki adam, aracın yanından geçerken Emma’ya seslendi.

“Emma başını eğ koltuğun arasına gir…” Korku dolu bakışlarla olayları anlamaya çalışan Emma, bacaklarını elleriyle aşağı doğru çekip cenin pozisyonu almaya başardı.

“Demek adın Emma’ymış, rejimin aradığı kız sendin demek…” diyen iri yarı adamın dişsiz ağzından lağım aktı birden. Motorculardan biri:

“Başın belada göt herif, durdur aracı…” İri yarı adam, kurtulmak için manevra yapsa da motorcular sülük gibi yapışmıştı araca. Kısa boylu motorcunun elindeki ucu sivri yuvarlak demiri iri yarı adamın üzerine doğru fırlattı ve ince demirler adamın sırtından kalbine doğru fırlayıp oracıkta öldürmüştü. Direksiyona geçen motorcu, küçük kızı sol ayağıyla lığırtlı çamurun üzerine fırlattı. Emma, koltuğun altına düşen çantayı almak için öne doğru süzülüp çantayı aldı. Başını kaldırdığında Henry ile göz göze geldi.

“Seni görmek… Seni gerçekten görmek…” İçindeki fırtına dinmişti.

 


İlginizi Çekebilir

Kılavuzsuz

Handesu GÖÇMEN

Öz

Fatma SOYER

Gülistan

Tahir Can GÜRSOY