Kuzgun Masalı

Alacakaranlık soğuk bir sabaha gözlerini açtı Ciara. Heyecan ve korku içinde yattığı yerden doğrulup etrafına baktı. Nefes alıp verişi gittikçe hızlanıp derinleşiyordu.

"Neredeyim ben burası neresi?" diye fısıldadı ürkek bir sesle. Korku dolu simsiyah gözlerini bir kez daha ovuşturup, merak içinde hızlıca ayağa kalktı. Çok üşüyordu! Ellerini birbirlerine ovuşturup avuçlarına verdiği sıcak nefesiyle kendini ısıtmaya çalışırken bir yandan da nerede olduğunu çözmeye çalışıyordu. Belli ki burası terkedilmiş izbe bir yerdi.

-Kimse yok mu? diye seslendi.

Sesi güçlükle çıkarken bir kez daha seslendi...

-Kimse yok mu?

Yankılanan sesini duyup irkildi. Ses duvarlarda dolaştı ve sonra yavaş yavaş yok olup gitti.

Taş duvarlar, elini sürdüğünde buz gibiydi, soğuktu. Uyandığında kendini üzerinde bulduğu eski döşeğe sırtını dayayıp yere oturdu. Nefesini verirken ağzından çıkan buharı takip etti bir müddet. Sonra dizlerini kendine doğru çekip ağlamaya başladı.

Derin uğultular duyuyordu. Delicesine bir fırtına vardı dışarıda. Fırtınayı dinlediği sırada karşısındaki küçük pencereden içeriye süzülen soluk bir ışık fark etti. Uçuşan perdelerin arasından sızan bu gri ışığı görünce yerinden bir hışımla kalkıp devasa perdeleri tek bir hareketle iki yana doğru açtı.

-Aman Tanrım! dedi şaşkın ve bir o kadar korkudan ve soğuktan titreyen sesiyle. Gördüğü manzara karşısında gözlerine inanamadı. Denizin ortasında ıssız bir yerde, kimselerin olmadığı çok yüksek bir kuledeydi Ciara. Deli dalgalar hırçınca kayalara çarpıyor sonra dönüp denizi tokatlıyordu. Gökyüzü sisten ve koyu renkli bulutlardan oldukça kasvetli görünüyordu. Ne bir gemi vardı görünürde ne de başka bir hayat. Çok uzaklardan sislerin içinde belli belirsiz yanıp sönen zayıf bir ışık görünüyordu yalnızca. Tahminince bu bir deniz feneriydi. Belki orada denizin devasa dalgalarını takip eden gemilere yol gösteren bir denizci vardır diye düşündü ama bunun sadece bir hayal olabileceği aklına bile gelmemişti. Pencereye sırtını dönüp odaya baktığında karşısında bir kapı gördü. Hızlıca kapıya yönelip açmaya çalıştı ama çabası boşunaydı, kapı kilitliydi. Yumruklarını sıkıp kapıya birkaç kere vurdu.

-Orada kimse var mı?

Uzun zamandır aç olduğunu fark etti en son ne zaman yemek yediğini hatırlamıyordu bile. Hatta hiçbir şey hatırlamıyordu. Adının Ciara olduğunu bir kuzgundan öğrenecekti.

Akşamüzerine kadar kulenin penceresinden öylece bakakaldı içinde olduğu durumu sorgularcasına. Deli deniz dinmişti. Ciara'nın kuş gibi ürkek kalbi de. O sırada gökyüzünden ona doğru gelen bir şey gördü ve ardı sıra kaçışan beyaz kuşları. Kulenin penceresinden içeriye süzülen bu şeye cesurca yaklaştı. Bu mavi gözlü bembeyaz bir kuzgundu.

-Merhaba Ciara

Ciara irkildi ne zamandır kimseyle konuşmamış olmanın verdiği sersemlikle bunun bir sanrı olduğunu düşündü.

-Konuşan benim Ciara sakın benden korkma.

-Kimsin sen?

-Ben senin buradan kurtuluşunum.

-Peki nasıl? diye haykırırken gözlerinden akan yaşlar kulenin soğuk zemininde birikiyordu adeta.

-Burada sıkışıp kaldın Ciara ama gerçeği hatırlarsan kurtulacaksın.

-Beni buraya kim getirdi? dedi Ciara gözlerindeki yaşları avuç içleriyle silerken...

-Kaderin! dedi kuzgun ve hızlıca uçarak gözden kayboldu.

O sırada rüzgarın taşıdığı bir ses duydu uzaklardan. Bu tanıdık bir melodiydi. Tılsımlı bir büyüsü vardı. Annesinin çocukken ona anlattığı kuzgun masalının içinde geçen bir gemicinin şarkısıydı.

 

“Gel gemici dalgaları aş da gel

Kurtar beni bu adadan rüzgarlara tutun da gel”

 

Bu tınıyla derin bir uykuya daldı.

Ertesi gün uyandığında bir önceki günün aksine güneşli bir hava vardı. Gri bulutlar gitmiş, şiddetli fırtına dinmişti. Dalgalar bile sakindi bu sabah. Deniz dümdüz görünüyordu. Bu, az da olsa Ciara'nın içine bir huzur verdi. Ama kulede esir olma ve buradan kurtuluş yolu bulamama düşüncesi ile tekrar yaprak gibi titremeye başladı. Tam o sırada yerde parlayan bir şey farketti. İçeriye dolan güneş ışıklarının pırıltı yarattığı bu şeye odaklandı. Bunun, annesinin yüzüğü olduğunu hatırladı. Eğilip yüzüğü yerden alırken uyandığı yatağın altında bir şey daha fark etti. Saçlarını toplayıp yatağın altına doğru sürüklenerek ona ulaştı. Çantayı aldı ve yatağa oturup çantanın içindekileri boşalttı. Kapağı kahverengi deriden yapılmış eski bir defter çıktı çantanın içinden. Üzerinde gümüşten yapılmış bir kule kabartması vardı. Sayfaları açtığında karşılaştığı not ona bir şeyleri hatırlattı. "Sonsuzluğa" yazıyordu notta. Bu Ciara'nın günlüğüydü. Güzel geçen bir tatil dönüşü yazmıştı bu notu. Parmak uçlarıyla sayfada biraz gezindikten sonra diğer sayfayı çevirdi. Kabaca çizilmiş bir kuzgun resmi ile karşılaştı. Annesi çizmişti bunu, çocukken ona anlattığı masallardaki kuzgundu bu. Ölümsüzlüğü arayan bir kuzgunun masalı... "İşte!" dedi "Yine o! Ama burada farklı görünüyor.” Pencereye gelen kuzgun beyazdı... O an kuzgunun gözlerinin, annesinin gözlerine çok benzediğini hatırladı. Onun gibi safir rengi gözleri vardı. Annesini hayal ederken sayfadaki tarihe ilişti gözleri 13 Eylül 1955. Birden kaskatı kesilip öylece kalakaldı. Bu o tarihti, tatilden dönerken babasının kullandığı arabanın kontrolünü kaybedip kaza yaptıkları tarih. "Hatırlıyorum!" diye haykırdı gözlerinden peşi sıra akan yaşlar defterin sayfasını ıslatıyordu.

O güzel geçen tatil dönüşü radyoda çalan şarkıyı söylerken çok mutluydu Ciara. Annesi de ona eşlik ediyordu neşeyle. Karşı yoldan hızla gelen bir arabaya çarpana kadar her şey çok güzeldi. Babası son anda direksiyonu kırmıştı kırmasına ama araba kontrolden çıkıp tren raylarına doğru takla atıp yuvarlandı. Annesi ve babası oracıkta ölmüşlerdi.

O sırada Ciara'nın açamadığı kapı yavaşça açıldı. İçeriye dolan ışık o kadar parlaktı ki kulenin karanlık duvarlarını bir anda aydınlatıp sıcacık bir rüzgar estirdi...

-Oh Ciara. Güzel Ciara'm. Uyanmışsın. Bugün tam bir ay oldu. Seni almaya geldim. Baban bizi bekliyor.

Kapıyı açan kişi annesiydi. Kollarını sonsuzluğa kadar açmış, sabırsızca, kızını kucaklamayı bekliyordu. Tüm hızıyla koşarak annesine sarıldı Ciara. Onun kokusunu içine çekip sıkıca ellerinden tuttu ve annesiyle birlikte, içinde sıkışıp kaldığı bu kuleden çıkıp gitti.


İlginizi Çekebilir

İnadına Kasımpatı

Merve BİRBİR

Şehnaz

Zuhal KAP

Adsız

Dilek TAŞ