Mavi
Mavi kıyafetler, mavi duvarlar, mavi kapılar. Bu katta her şey mavi. Görevliler mavi hastane kıyafetleriyle kapıları açıp “misafirleri” içeriye buyur ediyor, gidenlere çıkışa kadar eşlik edip samimi bir gülümsemeyle uğurluyor. Ben bir köşede oturmuş gelen geçeni sessizce izliyorum. Üzerimdeki renk alacası ortama hiç uymuyor ve bu durumdan utanıyorum. Çoğu şeyden utandığım gibi. İlk kez bir yere gittiğimde, tanımadığım insanlar arasında, müşteri satıcı ilişkisi olan yerlerde, misafir ya da ev sahibi konumunda olduğumda da geriliyorum. Bir arkadaşın dediğine göre çakralarımı açmam, kendimi bir rahat bırakmam gerekiyormuş. Kapattım gözlerimi ve hızlıca açtım, uyuduğumu düşünmesinler diye. Bekliyorum hala, sıra bana gelse artık.
Bir kapı daha açılıyor ve bir kadın bana yaklaşıyor. Hayır, mavi kıyafetli değil, üzerinde beyaz bir bluz ve yeşil renk kumaş bir pantolon var. Elit bir iş kadınına benziyor. Bana gülümseyerek bakıyor. Onu uğurlayan görevliye teşekkür ederken binadan çıkıp gitmek yerine benim yanıma geliyor ve yanımdaki sandalyeye oturuyor. Görevli ona telaşlı bir gülümsemeyle bakıyor. Kadın ona doğru el sallayıp kolay gelsin diyor. Görevli kadının rahat bırakılmak istediğini anlayınca teşekkür ederek odaya giriyor. Kadının düzgün topuzuna ve küçük ince küpelerine hızlı bir bakış atıyorum. İnce bir boynu var, oldukça zarif ve güzel bir kadın. Otuzlu yaşlarının ortalarında olmalı. Yüzünde hiç makyaj yok ama bakımlı biri olduğu aşikar.
Kapı kapanınca kadın bana dönüyor ve gülümseyerek “İlk gelişiniz sanırım.” diyor. “Evet, nereden anladınız?” Eğreti oturuşumu ve tedirgin bakışlarımı yakalamış olmalı. “Yüzünüzdeki makyajdan.” diye yanıtlayınca şaşırıyorum. Makyajımda bir terslik mi var diye içimde geçirerek çantamdaki pudra kutusunu çıkarıp aynasına bakıyorum. Kalın dudaklarımı dudak kalemiyle daha da kalın yapmış olmamı kastediyor sanırım. “Makyajla terapinin ilgisini anlayamadım.” Kadın çantasını usulca açarak pamuk ve makyaj temizleyiciyi bana uzatıyor. “Buradan randevu almak için epey uğraşmış olmalısınız. Makyajınızdan arınmanız ve bir nevi çıplak olmanız gerekiyor. Aksi halde sizi içeri kabul etmeyeceklerdir.” “Yaklaşık bir aydır randevu almak için uğraştığım doğrudur ama makyajla ilgili bir not göremedim hiçbir yerde.” “Ben de terapi alana kadar bilmiyordum.” “Ne yani, makyajımı çıkarmazsam beni geri mi gönderecekler?” “Kurallara uymazsanız size yardımcı olmayacaklarından eminim.” “İçeride tam olarak neler oluyor?” “Reiki ve çakra açma gibi terapiler uygulanıyor. Sizin ihtiyacınıza göre uygun olan belirlenecektir.
Sıram geldiğimde görevli kapıyı açıp beni nazik bir şekilde içeriye davet ediyor. Terapist beni resmi bir gülümsemeyle karşılıyor. Hani şu dişlerin görünmediği ve samimi olmaya çalışırken yapmacık olmaktan öteye gidemeyen türden. Ayağa kalkıp elimi sıkıyor ve karşısındaki koltuğa buyur ediyor. “Evet, Müjgan Hanım” diyor. “Buraya gelme sebebinizi öğrenebilir miyim?”
Ortamın etkisinden midir bilmem, birden kendimi salıyorum ve ağlayarak anlatmaya başlıyorum: “Ailemle görüşmüyorum. Hayatımda birisi yok. Hiç arkadaşım yok. İki ay önce işten atıldım. Başvurduğum iş ilanlarından bir tanesi bile dönüş yapmadı. Elimdeki parayla bu ayki kiramı ödedim ve buraya gelebildim. Bir sonraki ay ne yapacağım hakkında hiçbir fikrim yok. Sizden bir çıkış yolu bulmanızı istiyorum. Yoksa canıma kıyacağım.” Konuşmam bittiğinde ağlamamın dozajını arttırarak hıçkırıyorum.
Sakin bir şekilde beni dinleyen terapist başını sallayarak beni teselli etmeye çalışıyor: “Oldukça zor zamanlardan geçtiğinizi anlıyorum. Fakat ne olursa olsun her zaman bir çıkış yolu vardır. Canınıza kıymanız bir çıkış yolu değil, bir kaçış olabilir sadece… Öncelikle ailenizle neden görüşmediğinizi anlatabilir misiniz?”
“Bana hiçbir zaman destek olmadılar. Yaptığım her şeyi eleştirdiler. Kendi kararlarımı alabilecek yaşa geldiğimde bana beceriksizmişim gibi davranarak engel olmaya, basiretsiz ve zavallı biri gibi davranmam için ellerinden geleni yapmaya devam ettiler. Evi terk edeceğimi söylediğim gün bana hakaretler edip evden kovdular. Eşyalarımın hepsini alamadan oradan ayrılmak zorunda… yok yapamayacağım.” Hıçkıra hıçkıra ağlarken kelimeleri zar zor bir araya getirebiliyorum. “Bunların hiçbiri… doğru değil…” Üst üste ağlama nöbetlerine giriyor, bir türlü kendime gelemiyorum. Karşımda oturan kadın telaşını her ne kadar gizlemeye çalışsa da gözleri onu ele veriyor. Yutkunduktan sonra, “Lütfen derin bir nefes alın. Kendinizi daha iyi hissedince konuşmaya devam edin” diyerek dikkatle yüzüme bakıyor. Bana uzattığı bardaktaki suyu yavaş yavaş içtikten sonra biraz sakinleşince bakışlarımı yerden kaldırmadan konuşmaya devam ediyorum:
“Biraz önce söylediklerimi lütfen dikkate almayın. Neden bunu yapıyorum bilmiyorum… Sürekli yalan söylüyorum. Aslında ailemle veya başkalarıyla hiçbir sorunum yok. Hayatımdaki kişiyle de çok iyi giden bir ilişkim var. Maddi durumum da gayet iyi. Kendime ait bir iş yerim var ve işlerim çok iyi gidiyor. Hayatımdaki her şey mükemmel derecede iyi. Ama ben yine de mutsuzum. Daha güzel görünmek, daha zengin, daha popüler olmak istiyorum. İçimde kocaman, aç bir yaratık var ve onu asla doyuramıyorum.”
Terapistin mimiksiz yüzünden yeni botoks yaptırdığını fark ediyorum. Makyaja karşı olup botoks yaptırmış olmasına anlam veremediğimi söylemek istiyorum ama terapi için verdiğim ücreti hatırlayınca herhangi bir gerilim yaratmak istemiyorum. Çenemi kapatıp onun konuşmasını bekliyorum. Kırklı yaşlarının sonunda olduğunu tahmin ettiğim bu kadın – ellerini masanın altından çıkarıp masaya koyduğunda kırışmış ellerinden ellili yaşlarını bile geçmiş olduğunu anlıyorum- gözlerimin içine bakarak: “Müjgan Hanım,” diyor. “Maalesef çağımızın hastalığı yetinememek; bu sorun çoğu insanda var. Hiç kimse artık orta karar olmak istemiyor. Herkes her şeyden daha fazla istiyor, onu elde edemeyince de hemencecik depresyona giriyor. İşte bu noktada tam da buraya gelerek en doğru adımı atmış oldunuz. Çözümü sadece biz size sunabiliriz. Buradan aldığınız terapi sizi yeniden doğmuş gibi yapacak ve hayata pozitif bir enerjiyle bakmanızı sağlayacak.”
“Bunu duyduğuma ne kadar sevindim anlatamam. Peki tam olarak nasıl bir terapi uyguluyorsunuz?”
“Öncelikle size uygun paketi seçebilmek adına ufak bir anket doldurmanızı rica ediyorum.”
Bana uzattığı üç sayfalık formdaki elli küsür soruyu evet hayır şeklinde işaretleyip ve bilgilerimin gerekli yerlerde kullanılmasına yönelik izinleri onaylayıp formu ona geri uzatıyorum. Tüm paketleri hızla sıralarken yüzünde ilk kez kocaman bir gülümseme beliriyor:
“İlk paketimizin adı ‘Fizyoturbo’. Bu paketin amacı en temel ihtiyaç olan nefesi doğru alıp vermenin tekniklerini öğretmek ve bunu en verimli hale getirmektir.
İkinci paketimiz ‘Güvende kal’. Adından da anlaşıldığı üzere fiziken ve ruhen güvende kalarak istikrarlı bir hayata ulaştırmayı hedefler.
Üçüncü paketimiz ise ‘Sosyal hayat’: Bu terapinin amacı içimizdeki sevgiyi uyandırmak ve yakınlarımıza dair kaybettiğimiz aidiyet hissini tekrardan kazanmaktır.
Dördüncü paketimizin ismi ‘Özgüven’. Kendine saygı duymayı ve çevredeki insanlara karşı saygı uyandırmanın yollarını göstermek amacındadır.
Son paketimiz ise ‘Kendini Gerçekleştir’. Bu terapi bizim sunduğumuz en önemli terapidir. Diğer terapileri tamamladıktan sonra istediğiniz kişi olma arzusunu gerçekleştirmeniz için gereken son dokunuştur kısacası.”
Onu heyecanla dinledikten sonra hevesle öne atılıyorum: “Hepsini istiyorum. Bütün paketler ilgimi çekti.”
“Harika. Öyleyse size özel yaptığımız indirimi uyguluyorum ve beş paket fiyatı yerine üç paket ödeyeceğiniz şekildeki kampanyamızı sunuyorum.”
Kadının bana uzattığı dokümanı imzalayıp post cihazına kredi kartı şifremi giriyorum ve ilk terapim için randevu saatimizi ayarlıyoruz. Aylık gelirimi bir kerede harcamış olmamın verdiği hafiflikle binadan ağzım kulaklarımda ayrılıyorum. İlk seansa kadar nasıl bekleyeceğim bakalım…
***
Bana göre aylar, takvime göre bir hafta sonra beklenen gün geliyor ve ilk seansımı almaya erkenden gidiyorum. Binadan içeri giriyorum ve görevli beni terapi alacağım odaya yönlendiriyor.
“Hoş geldiniz Müjgan Hanım. Terapimizin ilk adımı Fizyoturbo’ya hazır mısınız?”
“Evet, hazırım. Hem de çok hazırım.”
“Harika! Öyleyse buyurun şöyle koltuğa uzanın.”
Dediğini yapıyorum ve ayaklarımı uzatarak bir sonraki komutu bekliyorum.
“Şimdi gözlerinizi kapatın ve kendinizi serbest bırakıp çok eskilere gidin; çocukluğunuza. Bana aklınıza gelen ilk hatırayı anlatın lütfen.”
“Tamam, düşünüyorum… Beş yaşındaydım. Annem ve babamla alışverişe çıkmıştık. Bir mağazada beyaz bir mont görüp çok beğendim. Anne, bunu alalım mı diye sordum. Annem montun fiyat etiketine bakıp kaşlarını çattı. “Olmaz kızım, bu çok pahalı, maalesef alamayız.” deyince ağlamaya başladım. İkisi birden beni ikna etmeye çalıştılar ama beni bir türlü susturamadılar. Mağazadan çıktık ama ben hala çığlık çığlığa ağlıyordum. Babam dayanamayıp montu almaya gitti. Elindeki montu bana uzatınca alıp yere attım ve onlardan uzağa koşmaya başladım. Bir süre sonra durup arkama bakınca onları göremedim. Dönüp mağazaya doğru koştum ve vardığımda etrafa baktım ama ikisini de hiçbir yerde bulamadım. Bu onları son görüşümdü.”
Kadının tepkisini anlamak için gözlerimi açınca gözlerindeki öfkeyi ve şaşkınlığı fark ediyorum.
“Daha önce ailenizle çok iyi bir ilişkiniz olduğunu belirtmiştiniz. Şimdi onları bir daha görmediğinizi söylediniz.”
“Ah, demek beni yakaladınız.” diyerek sahte bir kahkaha atıyorum. “Elimde değil, ne yapayım. Yalan söylemek çok hoşuma gidiyor.”
“Ama bu şekilde terapiye devam edemeyiz hanımefendi. Seans anlaşmanızı iptal etmek durumundayım.”
“Nasıl yani? Verdiğim o kadar para boşa mı gidecek? Hani beni istediğim kişi yapacaktınız? Son paketi bile satın aldım. Kendimi gerçekleştirmek istiyorum ben.”
“Sakin olun lütfen. Bağırmanıza gerek yok. Sözleşme şartlarını dikkatle okursanız sizin durumunuzda para iadesi olmadan feshedebilme hakkımız var.”
“Benim gibi bir müşteriyi kaybettiğiniz için çok pişman olacaksınız. Sizi dava edeceğim ve verdiğim paranın on mislini geri alacağım. Ayrıca botoksunuz çok kötü olmuş. Bence siz bu işleri bırakın da bir zahmet bir aynaya bakın.”
Çantamı koluma takarak kadının cevap vermesine fırsat vermeden odadan çıkıyorum ve kapıyı sertçe kapatıyorum. Binadan çıktığımda yoldan geçen bir taksiye atlayarak sosyal medya hesabımı açıyorum. Fotoğrafımın altına “Başkası olma, kendin ol! yazıp paylaştıktan sonra beğeniler yağıyor ve keyfim biraz yerine geliyor.
İş yerime vardığımda asistanım beni karşılıyor; Hoş geldiniz Sevim Hanım, toplantınız birazdan başlayacak.” derken gülümsüyor. Ona teşekkür ettikten sonra ofisime geçiyorum ve kısa süreliğine en sevdiğim benliğim Müjgan’a veda ediyorum. Şimdi bir süreliğine yoğun ve sıkıcı Sevim’le devam edeceğim.