Metrodaki Son Vagon
O gün garip bir gündü. Güneş acayip yakıcı, hava da oldukça kuruydu. Metro istasyonuna adım atar atmaz bir serinlik geldi ama o da basık bir havaydı. Anonsu duyunca peronun sonuna doğru yürüdüm. Son vagona binmeyi adet edinmiştim.
İşten erken çıkmanın keyfini yaşıyordum. İşkolik biriydim. Kırklı yaşların başında sorumluluklarımı bilen bir kadındım. Ama her şeyden önemlisi özgür bir ruhtum. Mutlu muydum? Mutluydum herhalde; iyi bir kariyerim, iyi bir çevrem, arkadaşlarım, ailem, iyi bir kazancım hepsi vardı. Ama yine de bir şeyin eksikliğini duyuyordum nedense. Bir renklilik olsa monotonluktan uzaklaşsam iyi olurdu aslında. Her gün arabayla işe gitmek bunalttığı zaman metroyu kullanıyordum. O gün de öyle yapmıştım. Son vagon önümde durup kapılar açılınca inenlere yol verip içeri girdim. İş çıkışına denk gelmediği için çok dolu değildi. Hemen yer bulup oturdum.
Çeşit çeşit insanlar, tavırlar, giyimler, konuşmalar her yer capcanlıydı. Oturur oturmaz ilk dikkatimi çeken karşımdaki yaşlı amca oldu. Yetmiş yaşlarında, ağarmış saçları, kasketinin gölgesine saklanmış kırışmış yüzüyle koltuğa büzülmüş oturuyordu. Ama asıl dikkatimi çeken suratındaki ızdıraptı. Mutsuz ve hüzünlü duruşu yürek burkuyordu. Orada oturuyordu ama başka yerlere dalıp gitmiş, boş gözlerle etrafa bakıyordu. Bir derdi vardı fakat bunu çözememenin sıkıntısını, çaresizliğini yaşıyor gibiydi. Sessizce bir şeyler mırıldanıyor, elindeki paketi çekiştirip duruyor, ağlamakla ağlamamak arasında gidip geliyordu. Şu ayaktaki genç kız sırtında kocaman sırt çantası, kulağında kulaklıkla telefonda biriyle tartışıyordu. Arada sesi öyle yüksek çıkıyordu ki, bütün vagon ona dönüp bakıyordu. Böyle ilerliyorduk. Bir durak, bir durak daha… Benim istasyona daha altı yedi durak vardı. Keyifli keyifli gidiyordum.
Şimdi de tam karşıma bir erkek oturdu. Düzgün görünümlü, takım elbisesinin altında spor ayakkabısıyla hoş duruyordu. Saçları ve sakalı bakır kızılıydı. Gözünde siyah çerçeveli gözlüğüyle de oldukça çekiciydi. Çantasının üzerine koyduğu elleri de oldukça düzgündü. Tam da benim tipim! Birkaç kere göz göze geldik. Oldum olası kızıl tipler ilgimi çekmiştir. Ben de onun ilgisini çekmiştim ki, o da bana kaçamak bakışlar atıyordu.
Ben bu genç adamla haşır neşir olurken aniden bir titreme ve gümbürtü koptu. Tren kuvvetle sarsılmaya başladı. Sarsıntı çok şiddetliydi. Bulunduğumuz son vagon diğer vagondan ayrılıp duvara sürterek devam etti. Öyle bir metal sesi vardı ki, kulaklarımı kapatmak zorunda kaldım. İçim bir tuhaf olmuştu. Ayaktakiler sağa sola fırladı. Biz oturanlar da birbirimize çarpıp yere yuvarlandık. Tren bir müddet öyle gidip durdu. Etraf karanlığa gömülmüştü. İlk önce insanlar şok içindeydi; ne olduğunu anlamaya çalışıyorlardı. Sonra çığlık sesleri yükselmeye başladı. Bağıranlar, ağlayanlar… Ortalık bir anda karıştı. Birbirini itip ezenler, kaçışanlar, kapıları yumruklayıp açmaya çalışanlar… Tam bir kaos yaşanıyordu.
Ben de ilk anda neye uğradığımı şaşırmıştım. Acil durum düğmesine basılmasıyla sirenler de çalmaya başladı. Çok asap bozucu bir sesti. Telefonumun ışığını açıp karanlıkta ilerlemeye çalıştım. Kapının önünde biriken kalabalıktan kendimi sıyırmıştım ki; yerde yarı baygın şekilde yatan o yaşlı amcayı gördüm. Hemen yanına gittim. Gördüğüm manzara korkunçtu. Yaşlı amcanın bedenine bir boru saplanmış, acıyla inliyordu. Amcanın halini görenler canhıraş bir çığlık atıyordu. Kanaması da vardı.
"Amca beni duyuyor musunuz? Ağrınız var mı?" İnler vaziyetteydi. Ne yapacağımı düşünürken; "Ben doktorum yaralıya bir bakayım" diyen bir ses duydum. Bu biraz önce bakıştığım genç adamdı. Doktor ilk müdahaleyi yapıp kanamayı durdurmaya çalıştı. O sırada birkaç kişi camları kırmaya çalışıyordu.
"Ne oldu acaba?" diye sordum doktora.
"Bilemiyorum ama bu yaralının hemen hastaneye gitmesi gerekli." Serinkanlı ve sakin bir duruşu vardı.
Telefonlar çekmiyor. İnsanlar çıldırmış gibi bağırmaya devam ediyordu. Birden kendimi tutamayacağımı anladım. Olduğum yerden ayağa fırlayıp bulduğum metal bir parçayı olanca kuvvetimle bir yere vurmaya başladım. Herkes bir anda sustu. Telefon ışıklarını bana doğru tuttular. "Yeter! Sakin olun! Ne olduğunu bilmeden saldırıyorsunuz. Bir kendinize gelin" diye avazım çıktığı kadar bağırdım. Boğazım yırtılmıştı sanki ama etkili olmuştu. Doktor da yanıma gelip bana destek oldu.
Herkesi teskin etmeye çalıştık. İnsanları oldukları yere çömeltip orta yolu açık tuttuktan sonra Bir müddet böyle oturduk. Tren iki duvar arasında olduğu için panik yapmamak mümkün değildi. Zaten amcanın bulunduğu durum beni çok etkilemişti. Onunla konuşup sakinleştirmeye çalışırken ben sakinliğimi kaybetmiş, kendimi iyi hissetmemeye başlamıştım. Avuç içlerim terliyor; boğazıma bir kuruluk yerleşmiş, yutkunamıyordum. Doktor, bendeki anormalliği anlamıştı ki yanıma geldi. Yüzlerimiz o kadar yakındı ki, gri gözlerini bile fark ettim. Elimi tutup bana moral verdi. Bu yakınlaşma beni rahatlatmıştı doğrusu. Biraz önce beğeniyle baktığım adam şu an yanı başımdaydı.
Uzunca bir müddet öylece bekledik. Sonra yanımıza bir görevli geldi. Gerilim hattındaki arızadan ötürü trenin raydan çıktığını en kısa zamanda da yardımın geleceğini söyledi. Yaralılar için de ambulansın ulaştırılacağını ekledi.
Yaşlı amcanın inlemesiyle tekrar ondan yana döndük ve doktorla yanına çömeldik. Amca konuşmak istiyor gibiydi. Ben de kendisini yormamasını istiyordum. Çünkü boru vücudunun bir yanından girip arkasından çıkmıştı. İçim o kadar parçalanıyordu ki; elimden bir şeyin gelmemesi beni çok üzüyordu. Doktor ağrısı hafiflesin diye iğne yaptı. Yaşlı amcanın
"Bırakın kızım, vakit harcamayın benimle. Zaten yaşamak için savaşmayacağım. Bunun için bir nedenim yok artık." Amcayı ilk gördüğümdeki tuhaf surat ifadesi şimdi acı ile daha da belirginleşmişti. Yüreğine çökmüş olan hüzün bulutu gözlerinden bariz belli oluyordu. Ne diyeceğimi bilemedim; "Böyle düşünmeyin. Bakın ne şanslısınız ki yanınızda bir doktor var." Adam acı acı güldü.
"Şans, o şans bana hiç gelmedi ki şimdi gelsin." Elleriyle sağını solunu yokluyor bir şey arıyordu.
"Ne istedin amca?"
"Bir paketim olacaktı. İçinde bir bebek var. Kızıma almıştım ama bir işe yaramadı. Ne ben ona o bebeği verebilirim, ne de o alabilir artık." Amcanın gözünde yaşlar birikmişti. Kırk yaşıma kadar ufak tefek şeyler dışında hayattan çok darbe yememiştim. Ya da yemiştim de güçlü duruşumdan dolayı anlamamıştım ama şu yaşadıklarım bakış açımı değiştirecek gibiydi. Hayat bir robot gibi komutu alıp tek bir şeye odaklanmak değildi. Bunun bilincindeydim. Ama bazen bu derslerle karşı karşıya gelmek gerekiyormuş. Yaşlı amca ilacında etkisiyle ağır ağır konuşmaya devam etti.
"Küçük bir kızım var. Aylardır hasta benden bir bebek istedi. Hastalığından ötürü çok yalnızdı. Ona o bebeği anca alabildim ama yetiştiremedim. Bu sabah hayatını kaybetmiş." Boğazıma bir yumru oturmuştu. Amcayı ilk gördüğüm andaki ifadenin de cevabını almıştım.
Üzüntüden sesim zor çıkıyordu.
"Üzülmeyin ne olur. Kızınız eminim huzur içindedir." Amca, gözyaşları içinde;
"Bu bebeği de sen al. Küçük bir kıza hediye et." Bu sözler beni iyice kedere boğdu. Amcanın fazla bir şansının da olmadığını biliyordum. Çok üzgündüm. Keşke böyle bir şey yaşanmamış olsaydı.
Birkaç saat sonra yardım gelmişti ama yaşlı amca hayatını kaybetmişti. Herkes tahliye olup kurtuldu.
Metroda yaşanan o olay doktorla bizi yakınlaştırmış güzel bir beraberliğe adım atmıştık.
Amcanın yaşadıkları beni derinden etkilemişti. Daha sonraları bu olaydan yola çıkarak yaşlı amcanın ve küçük kızının anısına iyileşmeyi bekleyen tüm çocuklar için bir dernek kurduk. Çocukların ihtiyaçlarını karşılayıp hediyeler, bebekler, oyuncaklar aldık. Bu işe gönül verenlerle başta doktor olmak üzere iyi bir ekiple yola çıktık. Amcanın kızı için aldığı bebeği de derneğin özel köşesine yerleştirdik.
Tek düze yaşantım birdenbire değişmişti. Anlamlı, faydalı ve maneviyatı yüksek işleri yapmanın gururunu yaşıyorum. O gün metroda yaşanan o olumsuz olayın gelecekte hayatımı olumlu yönde değiştireceğini kesinlikle tahmin edemezdim. Hem boş olan kalbim dolmuş, hem de bir sürü minik kalbi mutlu etmenin sevincine varmıştım.