Mezarlıkta Düğün Var

Gelin üzgündü. Hayır, sadece üzgün demek yetmezdi ona. Merasim sonunda şanslı genç kıza atacağı gelin çiçeği yerine grotesk kabuslardan bir buket düşmüştü kaderine. Damadın ani vefatıyla düğün günü cenaze merasimine dönüşmüş bembeyaz gelinliği kömür karasına çalmıştı. Kim dayanabilirdi ki böyle bir acıya. Sevdiği adam artık yoktu. Onu bir daha hiç göremeyecek dudaklarında esir kalan söyleyemediği o son söz mıh gibi canını acıtmaya devam edecekti.
Kederin zirvesine çıkıp hisler bayrağını toprağa saplamış ruhunu nöbete bırakıp tekrar insan içine inmişti sanki. Can kavramından uzak bir beden, beti benzi atmış bir yüz, solgun dudaklar ve donuk bakışlar onun hayat felsefesine yakışmayan enstantanelerdi.  
Gelinliğini inatla çıkarmayışı eteklerine sıkı sıkıya tutunması belki de günler hatta haftalar süren dünyaevine girme hayallerinin şimdi yerini bir türlü uyanamadığı kara bir düşe bırakmış olmasıydı. Cenaze işlemleri için mezarlık müdürlüğüne bile gelinlikle gitmişti. Düğün öncesi nikah kıyıldığı için resmi kayıtlarda varis kendisiydi ve bürokratik işlemlerin yapılabilmesi için anlam veremediği özel bir davet almıştı. Hatta evinin önüne son model siyah bir araç gönderildiği için merakı büsbütün artmıştı. Merakı yorgun düşmüş bedenini yendi ve araca bindi. Kısa süreli bir yolculuğun ardından araç kamu binasının önünde durdu. Aracın kapısını açan şoför inmesi için yardımcı oldu. Gelin önce duraksadı ağlamaktan şişmiş gözleri güneş ışığına karşı aşırı hassasiyet gösterdiğinden gözlerini kısarak etrafına bakındı, sonra başını kaldırıp yönlendirme yazılarını aradı. Kapının çerçevesine boy hizasında kalacak şekilde ayarlanmış ok işaretiyle de yönleri belirtilmiş solda beyaz emaye levha üzerine kırmızı harflerle doğum işlemleri müdürlüğü ve sağda siyah harflerle mezarlıklar dairesi başkanlığı yazıyordu. Kırmızı sola, siyah sağa. Yine bir yol ayrımında bulsa da kendini bu sefer tarafını seçme lüksü yoktu yolu çoktan belliydi. Hafiften eğilerek gelinliğin eteğini iki ucundaki fırfırlarından tutarak avuçlarına sardı ve hızlıca sağ tarafa yönelerek koşar adımlarla salona girdi. Kapıyı geçtikten sonra uzun bir bankoyla ayrılmış büyük bir alan karşıladı onu. Sıra sıra numaralandırılmış bankoda görevli memur ve halk arasında kalan bölüm şeffaf cam ile ayrılmıştı. Birbirlerini duyacak kadar yakın başkaları duyamayacak kadar uzaklardı. Camın üzerindeki dijital tabloda varisin randevu saati ve cenazenin adı yazıyordu. Duvarda asılı devasa saate gözü takıldı, beş dakika erken gelmişti, sırasını beklerken etrafına bakındı. Tabi ki çalışanlar da dahil olmak üzere herkesin bakışlarını üzerine topladı. Cenaze müdürlüğüne gelirken gelinlik giymiş bir kadın, alışıldık bir durum değildi tabi ki. İçerisi sakin işlemler hızlı ilerliyordu. Yazıcı memurların hepsi saç kesimlerinden parlak siyah kıyafetlerine, göz renklerinden kilolarına kadar aynı tornadan çıkmış gibi inanılmaz derecede birbirine benziyordu. Ya o fonda çalan müzik; melodiye göre duyumsayarak senkronize çalıştıklarını fark etti. Aralarındaki uyum acılı bekleyenleri sakinleştirirken bir illüzyon gösterisi gibi göz kamaştırıcıydı.  Göz kamaştırıcı başka bir şey de tavandaki aydınlatmaydı. Yıldız istilasına uğramış bir gökyüzü temasıyla donatılmıştı. Sevdiklerine mesaj yollayan ölülerin birer yıldıza dönüştüğünü geride kalanlara göz kırptığını düşündürdü. Yorgundu, iç sesini bile susturan bir sessizlik istedi.
Beklenmedik bir şey olmak üzereydi bunu derinden hissediyordu, dudaklarını ısırdı. Müziğe tempo tutan kalbinin ritmi bile başına buyruk savruk vuruşlarıyla kendi kendini şaşırtıyordu. Birdenbire ayağa kalktı, iki elini göğsünün üstüne bastırıp pencere kenarına doğru yürüdü. Zihnini farklı şeylere yönlendirirse sakinleşebilirdi. Mevsim bahardı, ama doğa, kışı bir türlü bırakmak istemiyordu. Yolun iki tarafına sıralanan gecikmiş baharın beklentisiyle için için ihtiyarlayan ağaçları izlerken yuvalarının etrafında didişen kuşları da seyretti. Biraz sakinlemişti, dudaklarında beliren hafif bir tebessüm oldu. Ansızın randevu anonsuyla irkildi. İlgili bankoya doğru yürürken bütün bakışları üzerinde hissetti yine, başını çevirip baktığında düşüncesini doğrulasa da bu durumu yersiz karşılamadı. Damadın adının yazılı olduğu ışıklı panonun yansımasıyla parıldayan bir gelinliğin içindeki bir kadına kim olsa bakardı. Görevli hemen konuya girdi. “Hoş geldiniz Gelin Hanım, benim adım Nefes, eşinizin cenaze işlemleriyle ben ilgileneceğim. Öncelikle üzüntünüzü derinden hissettiğimi bilmenizi isterim, yaranız iyileşsin efendim.”
Başıyla selamlayarak iyi dileklerini kabul etti, Gelin.
“Biliyorum, sizin için zor bir durum fakat bunu sormak zorundayım. Cenazenizi nasıl alırsınız.” Bir an acısını unutup içinden gülmek geldi. Bu nasıl bir soru aklı almadı. Kahvenizi nasıl alırsınız der gibi şekerli mi, sütlü mü, yoksa sade mi; ya sen densiz sana patlatacağım tokadı okkalı mı yoksa sade mi istersin demeyi istedi ama diyemedi. Bir an bile konudan sapmadan işini bitirip gitmek istiyordu. Derin bir iç çekip “bilmiyorum bana biraz süreci anlatır mısınız ve düşünmek için ne kadar vaktim var” diye sordu. İki gününüz var Gelin Hanım, ikinci gün mesai bitimine kadar bildirim yapmazsanız tercihi kamuya bırakmış kabul edileceksiniz ki bu durumda genelde tercih krematoryum oluyor. Gelin, “Yooo!.. Hayır, ben o kadar bekleyemem, hemen bugün bu durumu çözüme kavuşturmak istiyorum” dedi. Görevli sözüne devam etti.” Eşiniz ile ilgili yapılan inceleme sonucunda herhangi bir inanca sahip olmadığı tespit edilmiş olup kayıtlı evraklarda varisi olarak cenazesinin akibeti hakkında sizin karar vermenizi istemiş, ayrıca bir de vasiyeti var.” Şaşkınlıkla “ne vasiyeti” diye sordu Gelin. Görevli prosedürü anlatmaya devam etti. “Eşinizin organ bağışında bulunduğunu biliyorsunuzdur zaten sözleşmeyi imzalamadan ne dilersen dile benden kutusuna da sizin adınızı yazmış, cansız bedenini size emanet etmiş ve canınız ne yapmak isterse onu yapmanızı ve herhangi bir maddi talebiniz olursa da devletten karşılanmasını istemiş. Önünüzde üç seçenek var, krematoryumda yakılabilir  ya da tabutla gömülebilir ki bu çok tercih edilen bir şey değil ; aslında toprak mezarlıkta yer bulmak çok büyük sıkıntı. Üçüncü seçenek de yaşayan ölüler platformuna kayıt yapabiliriz ki bu sadece hükümetimizin organ bağışı gönüllülerini arttırmak adına kısa bir süre için düzenlediği bir istisna.” Gelin, “yaşayan ölüler uygulamasını biliyorum, patronum kızı için uygulatmıştı, her yıl da doğum gününde kullanıyorlar. Aslında ilk yıllar için güzel bir uygulama fakat siz yaşlandıkça ölü hep aynı yaşta kalıyor doğum günü kutlamak bana biraz saçma geliyor. Ben burada beklerken biraz düşünmek istiyorum.”
Daha önce beklerken dışarıyı izlediği pencerenin önünde buldu kendini. Ne zor bir karardı bu, ne istediğini kendi de bilmiyordu ki hemencecik söylesin. Daha önce izlediği didişen kuşlar hala oradaydı, şimdi de cilveleşip sevişiyorlardı, bunlar kumru olmalıydı. Çifte kumrular ömür boyu beraber yaşarlar beraber gezerler hep yan yana aşk yaşarlar eşi ölen kumru başka eş de istemez yas tutar. Tıpkı benim gibi yasını tutuyorum sevdiğimin başkasını da istemiyorum diye iç geçirdi. Kararını verdi ve bankoya geri döndü coşkulu bir şekilde “tamam yaşayan ölüler uygulamasını kabul ediyorum” dedi.
“Çok şanslısınız yaşayan ölüler platformunda işlem yaptırmak biz maaşlı insanlar için çok pahalı bir uygulama ancak çok varlıklı aileler sevdikleri için tercih edebiliyor.”
Görevli, yıllık bakım masrafı, özel günlerde sosyal tesis içinde buluşma, cenazeyi dışarı çıkarmama, video ve ses kaydı yasağı gibi daha birçok maddenin olduğu kanuni mecburiyeti olan sözleşme metnini tek tek okudu, ardından da “sizin eklemek istediğiniz özel bir talebiniz var mı” diye sordu. Cümlenin sonunu bile beklemeden “Düğün” diye bağırdı, Gelin. Sonra bu coşkusunun sesini biraz daha kısarak “düğün dansı istiyorum, ona sarılmak ve onu öpmek istiyorum, sadece o ve ben başka hiç kimseyi de istemiyorum dedi.” Görevli araya girerek “yalnız Gelin Hanım, bu tarz etkinliklerde yaşayan ölüler platformuna kayıtlı bütün üyelerimiz hazır bulunur ve yeni üyenin mutlu gününde ona eşlik ederler, bu zorunlu bir ritüeldir.” İstemeden de olsa davetli durumunu kabul ettiğini başını sallayarak teyit etti ardından da “bugün yapılmasını istiyorum” diye de ekledi. Görevli “aynı gün olabilmesi için amirimden özel onay almam gerekiyor, sizi biraz bekleteceğim” dedi. Çok uzun sürmeden de geri geldi “isminizin bile böyle bir durumda eşleşmesi sizi zaten çok özel kılıyor, üç saat sonra düğün salonu ve damat hazır olacak, sizi gelin odasına alalım biraz dinlenin lütfen.” Gelin “onu daha önce görebilir miyim” diye kekeledi. Görevli bunun mümkün olmadığını süre kısıtlamasından dolayı kimyevi bazı işlemlerin hızlandırılması gerektiğini söyledi. “Buyurun lütfen” diyerek gelin odasına kadar ona eşlik etti. Yorgundu, biraz dinlenmek ona iyi gelecekti. Belirsizliklerle dolu atıldığı bu maceranın bir nebze olsun huzur ve mutluluk getirmesini diledi.
Girişin sağında altın varaklarla donatılmış gösterişli bir berjer ve hemen yanında su perilerinin teni kadar pürüzsüz beyaz mermerden yapılmış bir sehpa, sehpanın üzerinde mavi porselen vazo ve içerisinde mevsim çiçeklerinden bir aranjman vardı. Koltuğa oturup beklemeye başladı.  Özenle seçilmiş perde, duvar ve kabartmalı tavan süslerinin gözleri bayram ettiren güzelliği odayı saran sandal ağacı kokusuyla birleşince bütün gerginliğini almış ve gevşemişti, biraz uyudu. Görevlinin kapıya vurmasıyla vaktin geldiğini anladı. Hızlıca ayağa kalkıp boy aynasının önünde endamına baktı ruj sürdü biraz pudra yardımıyla da gözlerindeki şişliği kapatmaya çalıştı. Kapıdaki görevliye “hazırım” diye seslendi ve odadan çıktı. Önünde uzanan ışıklı koridor düğün salonuna gidiyordu. Yürümeye başladı, belki de hayatının en heyecanlı ve en uzun yolculuğu bu olacaktı.
İçeri girdiğinde yüzlerce konuk tarafından çılgınca alkışlandı, bu kadar kalabalık olacağını hiç düşünmemişti. Eşini gördüğü an heyecandan kalbi yerinden çıkacak gibi oldu. Damat dans pistinin tam ortasına silindir şeklinde yüksekçe kurulan bir platform üzerine ayakta sabitlenmiş şekilde bekliyordu. Bütün zarafetiyle süzüle süzüle yanına ulaştı. Damadın yanına çıktı gözlerinin içine bakmaya cesaret edemedi, önce ellerini tuttu sonra beline kenetledi sonra da boynuna sıkı sıkı sarıldı.
Düğün dansı başladığında müziğin ritmine göre sağa sola öne arkaya kaymaya başladılar. Gözlerinin içine bakmaya korkuyordu, o cansızlığı görmesi bir yalanı yaşadığının kanıtı olacaktı, anın tadını çıkarmaktan başka bir şey düşünmek istemedi. Şarkının sonunda düzenek yavaşladı ve durdu. Tavandan konfetiler patlarken ışıklı yer fişekleri dört bir yanlarını sardı. Herkes deli gibi alkışlıyor, ıslıkların ardı arkası kesilmiyordu. İşte o an gelmişti. Herkes “Öp... Öp...” diye tezahürat yapıyordu.
Boynundan yavaşça kollarını indirdi, ellerini ellerine doğru yavaşça bıraktı. Sıcacıktı, sanki kara bir deliğe dönüşen açlığını bastıracak, fırından yeni çıkmış taze ekmek gibi tapılasıydı. Ambivalans gelgitlerinde saniyeler yıl gibi geçerken son nöbetini yaşamanın cesareti lazımdı şimdi ona. Başını kaldırıp yüzüne, gözlerinin içine bakmalı ve gerçekle yüzleşmeliydi. Bütün bedeni heyecandan titriyor yanaklarından süzülen yaşlara engel olamıyordu. Sevdiği adamın kollarındaydı, sıcaklığını hissedebiliyordu ama kalbinin atışını duyamıyordu. Bir cesaretle baktı; gözleri kanlı canlı parlıyordu ama manalı bir bakıştan bir kırpıntıdan uzaktı. Bu kısacık zamanda nasıl da özlemişti. Daha fazla dayanamadan bir anda öpüverdi.
Evet, görünüşte canlı gibi duruyordu, teni sıcacıktı ama verdiği haz soğuktu. Kasılmış dudaklarında kalan ılık, tatlı reçine kokusundan aldığı haz babaannesinin çeyizinden kalma şifonyerin oymasını yalamakla eş değerdi. Gelin üzgündü.
Aşkın özünü tadamayan kokusunu almasına izin vermeyen kalbini ısıtamayan bu rayiha, başka bir alemin yansımasıydı, ölümün getirdiği ayrılığa ve derin özlemine dair ne varsa bütün hüzünleri içinde barındırıyordu. Duygular işin içine girince zihinsel akıl yürütmek zordu. Bir insanı sonsuza kadar yanında tutabilmenin belki de en garip yolunu seçmişti. Evet, bütün isteklerini yerine getirebilmişti. Düğün, dans, öpücük her şey vardı. Bütün bu yaşananlar rüya gibiydi, mutlu olacağını düşünmüştü ama olamadı. Bütün bu şaşaaya rağmen onu, içinde tekrar yaratamadı olmadı. 
Gelin üzgündü. Yüzünde taşıdığı o anlamsız ifadeyle hayal ettiği o gerçek mutluluğu yaşayamıyor etrafına boş boş bakınırken kendini bir gerçeğin içinde varsayamıyordu. Sonrasında koşar adımlarla ağlayarak salonu terk etti. Koştu koştu ve bir ağaca tutunarak durdu, sanki onun heybetli gövdesinden güç alırcasına sırtını yasladı ve bedenini bırakarak oracığa çöktü. Gözyaşlarını sildi başını kaldırıp gökyüzüne baktı. Bu bir tesadüf olamazdı. Kumru yalnız, gelin üzgündü.

İlginizi Çekebilir

Lisan-ı Iztırar

Tuğba BEYCA

Nihavend

Mine TAPINÇ