NERO’NUN LANETİ
Gün, akşamı kucaklamaya hazırlanırken Lal kafasını bilmem kaç asır öncesinden kalmış, mumya gibi buruşuk deri kaplı kitaptan kaldırdı. Camdan dışarı bakarken yüzünde belli belirsiz bir gülümseme belirdi. ”Sararmış güz yaprakları tüm bahar ve yaz boyunca konakladıkları evi terk eder gibi ağaçtan dökülürken, siz minik serçeler ‘bak biz seni terk etmiyoruz’ diyerek koca çınarla mı dertleşiyorsunuz“ dedi Lal kısık sesle.
Lal, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde Arkeoloji Bölümü’nde Roma Dönemi ve Arkeolojisi dersleri veren bir asistandı. UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi’nde yer alan Laodikya Antik Kenti’nde yeni bulunan hani şu Roma’yı yakan İmparator Nero heykeline ait mermer heykel başı ve diğer buluntular; genç kadın heykeli başı, geç Roma imparator başı, kent tanrıçası başı, Aphrodite başı ve Artemis başı ile ilgili araştırma yapıyordu kafasını kitaplara gömmüş halde. Bulunan parçalardan biri yok olmuş sonra her nasılsa Müzenin deposunda ortaya çıkmıştı. Uzmanlık alanı ile ilgili olan bu olay dikkatini çekmişti ve neticesinde de şimdi araştırma yapıyordu kütüphanede.
O sırada yanında birinin belirdiğini hissetti. Kafasını sağa çevirince aşağı yukarı kendisiyle yaşıt, uzun boylu, iri yapılı, kara yağız, yakışıklı bir gencin kendisine gülümsediğini gördü. “Ben Selim” dedi genç. “Fakülteden öğrendim nerede olduğunuzu ve kütüphane görevlisine sorunca da oturduğunuz yeri gösterdi bana” diyerek devam etti lafa. Lal merakla bu yakışıklının kendini niye aradığını anlatmasını beklerken Selim kendisinin EEŞ (Eski Eserler Şubesi) elemanı olduğunu ve kaybolup sonradan ortaya çıkan Nero’nun başı ile ilgili İngiliz İstihbaratı MI6’nın da içinde olduğu bir soruşturma ile ilgili çalıştıklarını hatta bu parçayı yurt dışına çıkarma hazırlığında olduklarının istihbaratını aldıklarını anlattı.Bu operasyonda birlikte hareket etmek istediklerini söyledi.Lal hem şaşırdı hem heyecanlandı. Bayılırdı polisiye filmlere, kitaplara ama bu düpedüz heyecanın odağında hatta riskin ortasında olmak diye geçirdi aklından, aslında heyecandan daha çok endişe duyduğunun farkına vararak. Düşünmek istediğini söyledi Selim’e. Ancak Selim ona pek vakitlerinin olmadığını “başka seçeneğin yok bizimle çalışacaksın” dercesine anlattı.
Lal endişe ile Selim’e bakarken sol tarafında otuzlarının ortasında kendisini hafızasına kazımak istercesine deler gibi bakan masmavi bir çift gözü fark etmedi bile. Selim Lal’in yanından ayrılırken acele etmesi gerektiğini söyleyerek kartını verdi. Arkasını dönüp sessiz kütüphanede çınlayan sert adımlarla hızla uzaklaşırken mesleki deformasyon haline getirdiği çelik bakışlarıylatrafı taramayı da ihmal etmedi.
Chris ise o sırada kafasını kitaplara gömmüş halde fark edilmemek için kendisini saklamıştı. .Selim çıktıktan sonra Lal’in kafası karıştığı için kendini işine veremedi ve az sonra o da kalktı. Chris ise çoktan Lal’i takibe almıştı bile.
Lal eve giderken hem aldığı teklifi hem de yakışıklı Selim’i düşündü. Ah keşke böyle riskli bir şeyler olmasaydı işin içinde, hemencecik kabul ederdi şu yakışıklıyla çalışmayı. Tüm bunları düşünürken çalınan parçadan çok aklı Selim’e kaydığı için utandı bir an kendinden. Akademisyen arkeolog olmanın sorumluluğuyla EEŞ’nin teklifini kabul etmesi gerektiğini düşündü takip edildiğinden habersizce. Lal’in neredeyse varmak üzere olduğu evi Salacak’taydı. Araştırmçin kütüphaneden aldığı kitaplarla, yol ona çok daha uzun gelmişti. Bir an evvel eve varsa iyi olacaktı.
Selim ofisine geçtiğinde amirinden Lal’in peşine taktıkları adamlarından başka birinin daha Lal’i takibe aldığını öğrendi ki bu MI6 ajanı olmalıydı.
George Sultanahmet'te kaldığı pansiyondan çıkmak için havanın kararmasını bekliyordu. Herkesin peşlerinde olduğunu bildiği için tedbiri elden bırakmamalıydı. “Şaşkınlar” dedi George, “heykeli bizde sanıyorlar ama bizi de tufaya düşürdü şu çelik mavi göz”.
Chris Lal’in eve girişini sigara yakma bahanesiyle durduğu köşeden izlerken “peşimdeki şu kahrolası EEŞ’den kurtulmam lazım” dedi. “Halbuki bu şaşkınların George’un peşinde olmaları gerekiyordu” diye mırıldandı sigarasından derin bir nefes çekerek. MI6’dan George için çaldığı heykelin replikasını yaptırıp George’a vermişti. Şimdi Lal’in bilgisinden faydalanıp gerçeği öğrenirse, peşine düşmesi an meselesiydi. Acele anlaştığı kişiye heykeli vermesi gerekiyordu. Anlaştığı adam ise kolu uzun hatırı sayılır bir antikacı olduğundan kolay olmuştu yaptırdığı replikayı müzenin deposuna bırakmak. Her şeyi ayarlamıştı adam.
Lal üstünü henüz değiştirmiş, rahatça çalışmak için en salaş, en rahat bulduğu şeyleri üzerine geçirmişti ki kapısı çalındı. “Mithat Bey” derken gözleri fal taşı gibi açılmış biraz da kılıksızlığından utanmıştı. Kendisi arkeoloji dünyasında bilinen biriydi. Neden kapısına kadar gelmişti ki? Mithat beyi içeri buyur edip üstünü değiştirmek için izin istediği anda kapısı yine çalındı. “Nasıl bir gün bugün?” diye söylenerek kapıyı açtığında hiç tanımadığı masmavi çelik gibi bir çift göz ona bakıyordu. Hemen içeri dalıp kapıyı kapattı. Mithat’ın olduğu tarafa yöneldi. “Aşağıda EEŞ var. George da her an damlayabilir acele etmeliyiz” dedi. Sırt çantasından patpatlara sarılı gülle gibi ağır mermer parçasını çıkarırken Lal’i de kolundan odaya çekmeyi ihmal etmedi. Lal gördükleri karşısında şok olmuş dili adeta tutulmuştu. O sırada Chris “hazırlan gidiyoruz” dedi. Mithat ise EEŞ’nin aşağıda olmasından rahatsızlık duysa da işle alakalı Lal ile görüşmesinden daha doğal ne olabilir diye düşündü önce ama olayların gelişme biçimi şüphe uyandırıyordu. “Çabucak atlatmalıyız EEŞ’ni dedi. Peki kızı ne yapacağız diye soran gözlerle baktı Chris’e. “Mecburen bizimle gelecek” dedi Chris. Apartmanın yangın merdivenini kolaçan edip oradan kaçmayı düşündüler. Mithat ise kapıdan çıkacaktı. Dikkatleri üzerine çekerken kızla Chris de taksiyle fark edilmeden kaçacaklardı.Mithat aşağıya inip EEŞ’i şaşırtırken, evin ışıklarını sanki hala içeride biri varmış gibi açık bırakarak yangın merdiveninden indiler. Gelen taksiye atlayıp koltuğa eğilerek görünmeden oradan ayrılırken Mithat’la sözleştikleri yere gitmek üzere yola koyuldular.
George, Lal’in evine vardığında ışığın açık olduğunu görünce sevindi. EEŞ’nin peşinde olduğunu bildiği için kılık değiştirip çarşaflı kadın kılığına girmişti şüphe çekmemek için. Lal’in ziline bastı. Cevap alamayınca şüphelendi. Apartman görevlisinin ziline basıp ancak içeri girebildi. Koşar adım Lal’in evine geldiğinde merakı iyice artmıştı. Artık Lal’in orada olmadığından ve bir şeyler döndüğünden emin bir şekilde maymuncukla kapıyı açtığında hiç şaşırmadı. Ev boştu. Demek ki birileri kızı kaçırmıştı. Hiçbir şeye dokunmadan evi şöyle bir araştırdı. Masada Selim’in kartvizitine rastladı. Sapanca yazılıydı üstünde. “Bir ipucu mu acaba yoksa başka bir şey mi bu“ dedi kendi kendine. E Selim de genç, yakışıklı biri, kızı belki de oraya davet etti diye düşündü. Yine de emin olamadı. O da kimseye görünmeden yangın merdiveninden kaçacaktı ki yangın merdiveninin kapısı açıldı.
Darıca civarında gözlerden uzak bir uzunyol konaklama tesisinde Mithat, Chris ve Lal ile buluştu. Sözleştikleri gibi taksiden Bayramoğlu'nda yazlıkları olan bir arkadaşlarının kendilerini buradan alacağını söyleyerek inmişlerdi.
O sırada Lal‘in evinde silahların çekildiği ufak bir çatışmadan sonra kaçamayacağını anlayan George, kapıda karşılaştığı Selim ve ekibine teslim olmak zorunda kalmıştı. Sorgulanmak üzere merkeze götürülürken hiçbir şey demedi. Ağzını bıçak açmadı.. Selim ise evi ararken çalışma masasında verdiği kartvizitini gördü, daha dikkatli bakınca Sapanca yazdığını fark etti. Güldü. “Güzel olduğu kadar da akıllı kızmış, mesaj bırakmış” dedi. Hedefleri artık Sapanca’ydı. Biraz samanlıkta iğne aramaktı bundan sonrası. Hemen emniyet ile irtibata geçerek Sapanca’ya yöneldiler ekipçe.
Mithat’ın da bu gece oraya gelmiş olması Selim’i kuşkulandırdığından Mithat’lilgili bir araştırma yaptırdı. Yolda, gelen bilgilere göre Mithat’ın Sapanca’da bir bağ evi olduğunu gördü. Lal’in o karmaşada yaptığına bir kez daha gülerek “bu kızla uygun bir zamanda dışarda, güzel bir yerde baş başa görüşmem lazım” dedi. Zeki olduğu kadar güzel de bir kızdı Bal rengi saçları, yemyeşil gözleri, çıkık elmacık kemikleri ve incecik beli ile tam bir Çerkez güzeliydi. Eh Lal’i de araştırtmıştı.
Lal büyük hayal kırıklığı yaşıyordu Mithat’ın yaptıkları karşısında. Mithat ise Lal’e Chris ile yakalanmış olmaktanüyük sıkıntı içindeydi. Halbuki o sadece Lal’den bilgi alacaktı. Chris’in oraya gelmesi bütün işleri alt üst etmişti. Chris ise izlendiğini fark edince Lal’in evine Mithat'ın geleceğini bildiğinden Sapanca’da buluşmak yerine o da Lal’in evine gelmişti. Böylelikle EEŞ’nden kurtulmayı düşünmüştü. Neyse ki EEŞ’ni atlattık diye düşündü her ikisi de.
Mithat’ın evi ormanlık bir alanda, rengarenk türlü çiçeklerle dolu bahçesi olan, eski Rum evlerine benzeyen, iki katlı, çok güzel bir taş evdi. Biraz dağa doğru, ıssız bir alandaydı. yüzden burayı seçmişlerdi ya.
Lal yeni doğmuş, minik bir bebeği kucaklarcasına özenle Nero’nun başını çantadan çıkarıp masaya koydu. İncelemeye başladı. endinden geçmişti. Hem inceliyor hem de mırıl mırıl bir şeyler söylüyordu. Büyülenmişti adeta. Acaba Nero da bu büste dokunmuş muydu? Şimdiuhu ruhunu hissetmiş miydi? Bilmiyordu ama yine de “sen mi yaktın Roma’yı” diye soruyordu ona. Gerçi biliyordu bugün artık yangının ocaktan sıçrayan bir kıvılcımla meydana geldiğinin ve rüzgarın etkisiyle tüm şehre yayıldığının sanıldığını.. Hoş “Roma eskisinden çok daha görkemli olmalı” diye fikirleri vardı Nero’nun ve yangından sonra gerçekten de dev bir saray kompleksi inşa ettirmişti Roma’da… Ne garip şeydi şu arkeoloji…
Lal kendinden geçmiş halde Nero ile kendi kendine konuşurken geride Chris ile Mithat kızdan nasıl kurtulacaklarını tartışıyorlardı. Mithat “bu iş senin uzmanlık alanın ve bir çuval inciri berbat ettiğin için sen halledeceksin kızı” dedi kaşlarını çatmış, ses tonu kızgın bir şekilde. Chris aklı Euro’larında, ağzı kulaklarında Mithat’ı sakinleştirmeye çalıştı “tamam tamam, o iş kolay” diyerek.
Mithat kendisinin başına bir şey gelmesinden endişelenerek sahte bir pasaport ayarlamış, çoktan ailesini gönderdiği Londra’ya da biletini almıştı. Chris ise paraları alıp Uruguay’a gidecekti. Mithat Euro dolu kabin boy çantayı masaya koyup açtığında Chris’in gözleri ışıldadı. Şimdi tek bir iş kalmıştı, o da Lal’i yok etmek.
Bir otobüs dolusu polis,operasyon için sessizce evin etrafını sarmıştı bu iki hırsız tatlı hülyalarla kaçma planı yaparken. Chris bir elinde valizi, diğerinde namlusu Lal’e yönlendirilmiş silahı varken Mithat tarihi eserle kaçmak için kapıyı açtı. Karşısında silahlı jandarma ve polisi görünce kıskıvrak yakalandıklarını anladı. Öylece kaldı. Oysa Chris hiç de öyle hemencecik pes etme düşüncesinde değildi. Lal’i kolundan yakalayıp önüne alarak kendine siper yaptı şakağına namluyu dayarken. “Kaçmama izin verin yoksa kız ölür, şakam yok” dedi. Polis ve jandarma kıza bir şey yapmasın diye etkisiz kalmış görüntüsü vermişken Mithat da bu durumdan yararlanmayı aklından geçiriyordu. Kendini Chris’in yanına atıp o da kendisi için Uruguay uçağı istedi. E ne de olsa suçluların iadesi yoktu orada. Yırttık yine derken, Selim ve ekibi eve üst kattan girmiş, aşağıya bunları etkisiz hale getirecek şekilde inmeyi planlıyorlardı.
O gece o evde ilahlı çatışma çıktı. Lal kolundan vuruldu. Mithat sağ yakalandı Chris Lal’i kendine siper edip Selim’e ateş ederken Selim Chris’i kolundan vurdu. Chris ise kolundan yaralanınca Lal’i bırakıp anlık refleksle diğer koluna sarıldığında elinden kaçan Lal’e hemen toparlanarak ateş etti. Neyse ki kahraman Selim, Lal’i yere düşürerek ciddi yaralanmasını engelledi. Şimdi bir de canını borçluydu bu yakışıklıya. Ah bir de üstünde bu kadar salaş şeyler yerine daha albenili bir kıyafet olsaydı...