Olacağına Kasabası / Satranç

Doğunun gizemli topraklarından kopup gelen lirik bir aşk ezgisi, gümüş kaplamalı parlak flütün üzerinde gezinen hünerli parmakların yorumuyla bir coşup bir duruluyordu. Tıpkı var gücüyle çağlayandan dökülüp akarsuya ulaşan berrak bir su gibi. Ünlü melodinin titizlikle yazılmış tüm notaları Kara Tren Gogo’nun yaşlı gövdesini bir uçtan bir uca kucaklıyordu adeta. Bu huşu içindeki dakikalarda müziğe kulak kabartan Endi, kötü geçen gecesinin üzerini örttüğü uykusundan uyanmaya başlamıştı yavaş yavaş. Bu beste sonsuza kadar çalmalı.

İçine çektiği derin nefesle beraber yukarı kalkan seyrek kahverengi kaşları, mahmur gözkapaklarını yukarı kaldırdığında yüzüne kilitlemiş bir çift gözle karşılaştı. Şeli iri gözlerini Endi’ye dikmiş sevinçle bu yorgun bedenin sonunda kendine gelmesini izliyordu. Endi’nin kalbi ısındı, yüzüne kocaman bir gülümseme yayıldı. Gerinirken gözlerini kapatıp tekrar açtığında üzerine yattığı sol kolunun uyuştuğunu hissetti. Sağ kolunun üzerinde ise bir ağırlık ve mırıltıların eşliğinde ona yakından bakan bir çift çekik gözü ve kesik nefesleri fark etti. Meraklı Tombalak da Endi’ye ıslak burunlu bir günaydın demek için yanağına kadar sokulmuştu. Endi küçük bir iç çekiş ve gülümsemeyle sırt üstü pozisyona geçerken Tombalak yorganın üzerinden kaydı ve ayakları havada Endi’yle duvar arasına düştü. Endi tekrar gözlerini kapatmıştı, Gogo’nun beşik gibi tıngır mıngır salladığı yatağında ne kadar da huzurlu olduğunu hissettiği o anda büyülü şarkı sustu. Gözlerini tekrar açtığında üstündeki yataktan sarkan uçları boyanmış rastalı uzun siyah saçlar ve gözlerine dikilmiş bu sefer tanıdık gelmeyen bir çift siyah göz gördi. Bir anda bu yabancının altındaki yatakta dirseklerinin üzerinde doğrularak “Sen de kimsin?” diye sordu hırçın bir ses tonuyla. 

“Merhaba, Şeli bahsetti kötü bir gün geçirmişsin dostum, geçmiş olsun, ben Aliço.” diyerek koca elini tokalaşmak için Endi’ye uzattı. Endi alnını kırıştırmış olanları hatırlamaya çalışırken Şeli en neşeli ses tonuyla:

“Endi iyileşmene çok sevindim. Senin için çok endişelenmiştim. Koridorda bayıldığında Aliço olmasaydı seni buraya getirmem imkansızdı. Aliço seni yatağına kadar taşıdı ben de yardım ettim. Hatırlıyor musun?” diye bir özet geçti. 

Endi yaşamaktan hoşnut olmadığı Müzisyenler Kasabası macerasını, Gogo’nun kayıp dişlilerini ve Şeli’ye sarılmasını arka arkaya zihnine üşüşen görüntülerle anımsadı. Sağ elini yukarıya doğru uzatıp Aliço’nun elini sıktı. “Merhaba ben Endi, yardımın için teşekkür ederim.” deyip o kara günün sevdiği tek anı olan Şeli’ye sarılmasını yeniden gözlerinin önüne getirdi ve yatağında doğrulmaya başladı. Endi kendine gelince rahatlayan Şeli, neyin onun keyfini yerine getireceğini gayet iyi biliyordu. “Gidip ikimize çay getiriyorum, sana da şekersiz bir kahve Aliço.”

Endi, Şeli’nin ardından yüzünde donan tebeüssümüyle beraber kalkıp toparlanmaya başladı. Kahveyi şekersiz içtiğini ne de çabuk öğrenmiş ve çay içmediğini. Aliço flütünü bırakıp uzun boyunun verdiği avantajla iki adımda yatağından indi ve Şeli’nin koltuğuna oturdu. Tombalak katlanmakta olan çarşafın içine zıpladı, yuvarlandı, göbeğini yatağa yapıştırıp uçuşan tozları kovaladı. Endi havalanan tüyleri temizleyerek kediyi yatağından uzaklaştırmaya çalışıyordu. Eşyalarını kaldırınca Tombalak, Endi’nin yanına çıktı ve sıcak gövdesini yeni uyanmış arkadaşının bacaklarına dayadı. Şeli de gelince onun yanına oturacak, ne güzel. 

Endi, “Demek az önce duyduğum o güzel ezgiyi sen çalıyordun” derken, Şeli elinde tepsi içeceklerle içeri girdi. Aliço cam kenarına doğru kaydı, Şeli’ye oturması için yer bıraktı ve “Dönüşün biraz daha uzun sürseydi, çıkıp seni arayacaktım.” diyerek uzun kollayla elinden tepsiyi aldı; uzun bacaklarını ve büyük ayaklarını dar alanda kimseye çarpmayacak şekilde hizalamaya koyuldu. Yanına oturdu işte tam da düşündüğüm gibi bu trende insanın başına ne gelebilir ki ne gereksiz bir ilgi gösterisi. “İçecekleri alırken yaşlı bir kadın geldi, beklememesi için ona sıramı verdim. Teşekkür etmesi o kadar uzun sürdü ki. Trene yeni binmiş.” Kara Tren Gogo yaptığı satranç hamlesinden mutlu, kalenin ardından şimdi de filini ortaya sürmenin keyfiyle yaşananları izliyordu.

Aliço, Endi’ye dönerek, “Beste benim dostum.” Kahve fincanını ağzına doğru götürürken rastalı saçlarını sol tarafından arkaya doğru savurdu. Sert örgüler Şeli’ye çarpmamıştı ama o yine de özür diledi. Kibarcık. “Sen de müzikle uğraşıyorsun sanırım.” diyerek Endi’nin duvara dayalı sazını işaret etti çenesiyle.

“Evet. Ben de müzikle uğraşıyorum. Saz çalıp türkü söylüyorum. Benim de bestelerim var. Aslında elektrik teknisyeniyim. Yani idim. Mesleğim peşimi bırakmadı ve senin kasabanda bu yaşlı koca treni tamir etmek zorunda kaldım. En büyük hayalim konserler vermek, insanlara şarkılarımı dinletmek. İşte bu yüzden bu yolculuğa çıktım. Sen nereye gidiyorsun, neden bu trendesin?”

“Ben müzisyenim, flüt çalıyorum, beste yapıyorum. Kasabada olanlardan sonra kendimi bir anda bu trende buldum, biletim alınmıştı. Uzun hikaye, boşver. Seninle birlikte çalabiliriz.” Endi tam da bu teklif hakkındaki olumlu düşüncelerini söyleyecekken Şeli araya girdi:

“Bestelerini merak ettim.” Endi kafasını yavaşça Şeli’ye çevirdi. Neden bu kadar dikatini çekti bu besteler senin? Sonra tekrar Aliço’ya doğru döndü. Aliço kahve için teşekkür etti ve trende biraz dolaşmak istediğini söyleyip bir açıklama yapmadan ikiliyi yalnız bıraktı. Kapının kapanmasının ardından Endi, Şeli’yle kalmanın mutluluğunu yaşıyordu. Bu mutluluk neden şimdi katlanmıştı. Sessizliği bozan Şeli oldu:

“Aliço, Müzisyenler Kasabası’nda kalan son müzisyenmiş. Eskiden kalabalık bir orkestrası varmış, kasabada onları tanımayan yokmuş. Müziğe ve genel olarak sanata düşman olan yeni başkan müziği kasabadan silmek için elinden geleni yapmış. Baskıya dayanamayan sanatçılar kasabayı terk etmiş. Ne kadar kötü. Aliço da trene bindiği akşam olanları protesto etmek için başkandan habersiz bir konser düzenlemiş. Organizasyonu öğrenen ve köpüren başkan, bütün çatılara adamlarını yerleştirmiş. Konserin başında ateş açılınca arkadaşları Aliço’yu apar topar trene bindirmişler. Düşünsene Aliço oradan kaçamayabilirdi, tren zamanında istasyonda olmasaydı yakalanabilirdi ve sen trenden inseydin bu cehennemin içine düşecektin. Korkunç!”

Endi, bu hikâyeyi duyunca üzüldü. Aliço’ya hem büyük saygı duymuştu hem de onu huzursuz eden bir his peydahlanmıştı içinde. Yoksa Aliço’yu kıskanmış mıydı? Kafasındaki bu amaçsız düşünceleri sildi ve Şeli’ye dönerek:

“Ne düşündüm biliyor musun? Dökülen beyaz boyan hâlâ eksik. Bir sonraki istasyonda inip sana yeni bir tane almalıyız. Ah, yeni bir beste yapmıştım! 0nu sana çalmak istiyorum, bakalım beğenecek misin?” Endi sazını çıkartıp akortunu yaptıktan sonra başladı telleri titretmeye. “Kalbimin kilidini savurdum pencereden/Eller bilmez sen anla hâlimden…” İkili bu tatlı nakaratı çalıp söylerken Aliço kompartımana geri dönmüştü, bir anda sustular. “Devam et dostum, ben de size eşlik edeceğim.” diyerek flütünü çıkarttı ve tecrübeli kulağı ve marifetli parmaklarıyla Endi’nin şarkısına eşlik etmeye başladı. Küçük ve akılda kalıcı bir ara nağme de yaratmayı ihmal etmemişti. Endi, bu küçük ama etkili dokunuş için çok sevindi. Aliço ne de olsa tecrübeli bir müzisyendi. Derken kompartımanın kapısı gürültüyle açıldı, içeriye ufak tefek, beyaz saçlı, geniş kalçalı, güleç yaşlı bir kadın girdi. “Aliço! Flütü takip ettim işte buradasın. Bütün gece seni düşündüm. Ah evladım, seni o mendeburun elinden kurtardıkları için ne kadar mutluyum bir bilsen. Şükürler olsun, o karanlık günlerimiz bitti artık. Bizi burada kimse bulamaz, yeni bir hayat kuracağız. Ne kadar heyecan verici değil mi?” Bir çırpıda bu kadar sözü sıralayıp küçük bedeniyle koca cüsseli Aliço’ya sarılmıştı. “Fincan Hala, senin trende ne işin var?” “Arkadaşların seni konser alanından kaçırırken birileri de beni evimden aldı, toparlanmaya bile vakit yoktu evlatçığım ama olsun ne önemi var bilikteyiz ya bu bana yeter.”

Şaşkın gözlerle olanları izleyen Şeli’den cılız bir “hala mı” sorusu duyuldu. Yuvarlak gözlüklerini yerine yerleştiren Fincan Hala, sesin geldiği yöne doğru başını çevirince sabah karşılaştığı ve çok beğendiği kıvırcık saçlı kızı tekrar görmenin sevinciyle sözcüklerini ardı ardına sıralamaya başladı. “Ah tatlı kuzum, sen bana sabah sıranı vermiştin, hem güzel hem iyi niyetlisin. Ah Aliço, bu küçük hanım beni sabah nasıl bir beladan kurtardı anlatamam. Bir bardakçık çay almak için dışarı çıkmıştım. Yolumu bulana kadar ayaklarıma kara sular indi. Biliyorsun yağmurlu havalardan bacaklarım çok ağrır. İşte tam ağrım tutmuştu ki bu genç hanım bana,” dedi konuşmasına bir es verdi. Şeli bu esin devamında “Ben Şeli” deyince hızlı hızlı cümlelerine devam etti: “Şeli bana sıradaki yerini verdi, o kadar yorulmuştum ki oturacak yer bile yoktu. Etrafıma şöyle bir bakındım. Yoksa siz aynı kompartımanda mı kalıyorsunuz? Bu ne güzel bir tesadüf. Ah, yoruldum! Biraz kay evladım.” diyerek Endi’nin yanına yerleşti. Aliço: “Bu da arkadaşım Endi, o da müzikle uğraşıyor.” diye Endi’yi sevecen bir tavırla tanıştırsa da Şeli’ye gösterilen coşkunun yanından bile geçmeyen kuru bir merhaba düşmüştü Endi’nin payına. Gogo filini bir çapraz daha ilerletmişti.

Aliço’nun eklediği kısım çok zekiceydi. Pencere, serin oldu kapatayım. Müzik susunca bir boşluk oldu sanki, notaya dökmemiz lazım kendi mi dökmeli sonuçta o kısmı kendisi bestelemiş oldu. “Tombalak in aşağıya, in.” Şeli bundan etkilenmiş midir? Bana ne bundan, bir de Fincan Hala çıktı başımıza. Kadın benden hiç hoşlanmadı. Ne kadar da hızlı konuşuyor, makinalı tüfek gibi. Benim halam da bu hızla konuşurdu, evinde fare yakaladığımızda bir kere suspus olmuştu o kadar. Yanıma oturmasını bildi. Aliço’nun kasabasında yaşam ne kadar da zormuş. Sanatsız bir hayat düşünülebilir mi? İnsanın can damarı gibi bir fotoğraf, bir şiir ya da neşeli bir beste, bir davuldan çıkan ritmin keyfini ne sağlayabilir? Dokunaklı hikaye, Şeli çok etkilenmiş gibi görünüyor. Bana ne... O halası yok mu beni itip kendine yer buldu, bu ne rahatlık. Karmaşık düşüncelerinin arasında Endi uykuya daldı. 

Ertesi gün yağmur dinmiş pırıl pırıl bir gökyüzü kucaklamıştı Gogo’nun bütün yolcularını. Endi ve Aliço yeni bestenin üzerinden tekrar geçerken Fincan Hala elinde bir tepsi kurabiyeyle kompartımana daldı. “Günaydın, size limonlu kurabiye pişirdim.” Tepsiyi camın önündeki küçük masaya bırakmak için ileriye doğru ilerlerken Aliço’ya çarptı dengesini kaybetti ve tabaktaki birkaç kurabiyeyi Endi’nin önüne düşürdü. Dengesini sağlarken Endi’nin ayağına da basmıştı. Hiçbir şey olmamış gibi elindekini masaya bıraktı.Titiz Endi sinirlenip önünde parçalanan ve etrafa saçılan kırıntıları temizlemek için bir süpürge aramaya koyuldu, döndüğünde Fincan Hala, Endi’nin koltuğuna oturmuş, kucağına da Tombalak’ı almış, hayran hayran Şeli’yi izleyerek bir şeyler anlatıyordu. “Aliço küçüklüğünden beri limonlu şeyleri çok sever. Limonlu dondurma, kek, pasta. Bir keresinde doğum günü için yaptığım pastayı soğumasını beklemeden mideye indirmiş kimseye çaktırmadan. Mumları mecburen sandviçlerin üzerine dikmek zorunda kalmıştık. Deli çocuk. Sen de limonlu tatlı sever misin Şeli?”

Endi ve Aliço’nun beste çalışmaları devam ederken Şeli’yi çok beğenen ve yakın davranan Fincan Hala, her gün kompartmana geliyor ve Aliço’yu Şeli’ye öve öve bitiremiyordu. Bir gün Aliço’nun nasıl iyi bir müzisyen olduğundan bahsediyor, öteki gün Aliço’nun kasabanın en yakışıklı ve korkusuz erkeği olduğunu anlatıyor ve onun evlenmesini canı gönülden istediğini tekrarlayıp duruyordu. Zihninde çoktan Aliço ve Şeli’yi evlendirmiş, ısınamadığı Endi’yi ise hayatlarından çıkarmıştı. Şeli bu yaşlı kadının kalbini kırmamak için anlattıklarını sabırla ve güler yüzle dinliyordu. Fincan Hala, Endi yokken onun yerine uzanıyor, Endi’nin çaldığı türkülere burun kıvırıyor, sürekli sözünü kesiyordu. Hatta tren bir sonraki istasyonda durduğunda boya almak için beraber trenden inen Endi ve Şeli’ye neredeyse mani olacaktı ama olamadı.

Sinirleri iyice bozulan Endi’nin birkaç gecedir uykusu kaçıyordu. Şeli’nin bu kadının laflarından etkilenip gönlünü Aliço’ya kaptıracağından, yetenekli ve karizmatik Aliço’nun Şeli’nin kalbini çalmasından korktuğunu kendine yeni yeni itiraf edebiliyordu.

Yeni bestesinin bir ölçüsünde takılan Endi, bir türlü oraya uygun notayı bulamıyordu. Kağıda notayı geçirse de bir süre sonra her şey siliniyordu. Tombalak sazına atlayıp sürekli Endi’nin dikkatini dağıtarak işine engel oluyordu. Yan odadan tıkır tıkır sesler geliyordu. Sanki bir dikiş makinesi sabah akşam durmadan bir şeyler dikmekteydi. Endi sonunda dayanamayıp yandaki kompartımana giderek bu gürültü için yolcuları uyarmaya karar verdi. Koridora çıkınca soğuktan burnunun ucu dondu. Terliklerini giymemiş yalın ayak soğuk satranç tahtasına basıyordu. Kapıyı araladığında karşılaştığı manzara karşısında dili tutuldu. Beyaz vezirin önündeki karede Fincan Hala seri hareketlerle bir gelinlik dikiyordu, bir taraftan da “Şeli gelin oluyor, Aliço damat oluyor...” diye şarkı söylüyordu. Endi korkuyla Şeli’yi aramaya koyuldu. Siyah beyaz kareleri geçtikçe çift ondan uzaklaşıyordu. Çift bir anda siyah kalenin tepesinde beliriyor, birbirlerine sarılmış yatıyordu. Bir anda beyaz piyonların üzerinde beliriyor çılgınca öpüşüyordu. Endi’nin göğsü sıkıştı, derinlerden bir ses duydu “Endi uyan, Endi! Kabus görüyorsun, uyan nefes alman lazım uyan.” Endi bir anda gözlerini açtı ve kendini sarmalayan kabustan Şeli’nin sesiyle sıyrıldı.

“Sanırım boya kokusu burnunu tıkadı. Aslında sana bir sürpriz yapmak istemiştim. Bunu senin için yaptım, bak.” diyerek kucağındaki tuvali Endi’ye doğru çevirdi. Resimde sırtı dönük Endi, kalabalık bir konser alanında siyah beyaz karelerle döşenmiş bir sahnedeydi ve bulutlardan aşağıya inen rengarenk spot ışıkları dinleyicileri aydınlatıyordu. “İşte hayalimdeki Endi.” dedi. Endi resme baktığında ne Fincan Hala’nın tavırları ne Aliço’nun aşk tehditi kalmıştı ortalıkta. Hepsi şu spot ışıkları saçan pembe bulutların arasında kayboluvermişti. Kara Tren Gogo bir zorlu oyununun daha sonuna gelmişti. “Şah, mat.”



İlginizi Çekebilir

Şehnaz

Zuhal KAP

Menemen

Zuhal KAP