Saç
Uyuyamıyordu bir türlü. Yatağa oturmuş, sırtını yaslamış dosdoğru ileri bakıyordu. Kim bilir ne düşünüyordu.
On beş yaşındaydı Alihan. Annesi öleli bir hafta olmuştu. Babaannesinin evindeydi. Sabah kalkar, kahvaltı yapar, sonra bir yere çöküp otururdu. Evet, yine gözlerini boşluğa çevirip dalgın dalgın bakardı. Arada bir yemek yemeye çağırırlardı. Yemeğini yavaşça yer, aynı davranışa devam ederdi. Gün boyu ağzını bıçak açmazdı.
Böyle böyle yine akşam ettiler. Orhan usul usul yatağına geçti. Gülseren, uzaktan onu izliyordu. Üç halası içinde en sevdiğiydi Alihan’ın. Hatta ikinci annesi gibiydi. Yanına kadar yaklaştı yeğeninin, yeğeni yine aynı pozisyonda oturuyordu. Ama bu sefer bir şey söyleyecekti galiba.
Alihan, halasına çevirdi yüzünü, dudakları kıpraşıyordu ve cümle ağzından döküldü. Evet, günler sonra ilk cümlesini kurdu: Halacığım… Saçım… Saçımı okşar mısın?
Gülseren güldü. Bir yandan yeğeninin hayata dönmesine mutlu, diğer yandan bu isteğine şaşkındı. Koca adamın saçı mı okşanırdı. Alihan da aslında aynı şeyi düşünüyordu ama yaklaşık on gün önce, annesi saçını okşamak istediğinde… ‘’Anne ya… Koca adamın saçı mı okşanır?’’