Şairin Kedisi

Adam, eski tahta kapının önünde bir süre öylece durdu. Anahtarı avcunun içinde oynattı, parmaklarının arasında çevirdi. Sonra içini çekerek; isteksiz bir edayla anahtarı kapı deliğine yerleştirdi ve yavaşça çevirdi. Kapı gıcırtıyla ve şikâyet edercesine açıldı.

Kapı açıldığında içeriye şairden önce kedi girdi. Kedi birkaç adım attıktan sonra kafasını havaya kaldırdı, gözlerini kıstı ve havayı kokladı. Ardından şaire döndü ve yüzünü buruşturarak: “Burası rutubet kokuyor” dedi. Aynı hareketi tekrar yaptı kafasını dehşetle iki yana salladı ve şöyle söyledi: “Kesinlikle burası benim kum kutumdan bile beter kokuyor”

Şair içeriye doğru adım atarken gözlerini devirerek: “Elbette rutubet kokuyor, aylarca kapalı kalmış. Yine de kum kutunla karşılaştıracak kadar berbat değil” dedi. Sonra duraksadı, kediye ters ters bakarak: “Ah, tanrım!” “Neden seni ikna etmeye çalışıyorum ki?” “Her hâlûkârda şikâyet edeceksin. Senin işin bu…”

Kedi cevap vermeden, umursamaz bir tavırla salona doğru yürüdü. Salonun ortasında oturdu, etrafına bakındı: “Yine de düşündüğümden güzelmiş, eşyalar ne zaman gelecek?”

Şair, eşyalar hemen gelecekmiş gibi bir an kapıya baktı sonra: “Bir saat kadar sonra, belki bir buçuk… bilmiyorum,  zaten çok eşyamız yok, biliyorsun”

Bunu söylerken kendini utanmış gibi hissetti. Eşyalarının az olması onun sanki onun suçuydu. En azından o öyle hissediyordu. “Bilmez olur muyum?” dedi kedi sırıtarak: “Bu kadar az eşyamız olmasına rağmen bahçeli ve iki katlı kocaman bir ev tutmayı senden başkası akıl edemezdi” “Bakıyorum da gözlem yeteneğimiz yine bıçak gibi keskin” dedi şair, kediyi taklit ederek: “Gerçekçiliğin beni dehşete düşürüyor” “En azından içimizden biri gerçekçi” dedi kedi umursamazca… Pencereden dışarı baktı: “Ve en azından birkaç iyi komşu bulabiliriz, onları ne zaman davet edeceksin?”

Şair dehşete düşmüş gibi baktı. “Davet etmek mi?” dedi. Durdu, kollarını göğsünde bağladı: “Tabi ya… hemen gidip komşulara benimle ve konuşan kedimle çay içmek isteyip istemediklerini sorarım. Yalnız farkında mısın bilmiyorum, bu durumun iki olası sonucu olur: “Ya beni bir saate akıl hastanesine kapatırlar ya da konuşan kedinin sırrını öğrenmek için onu üniversiteye bağışlarlar. Orada senin nasıl konuştuğunu anlamak için vücudunu parçalara ayırabilirler tabi ama iyi komşularla tanışmanın da bir bedeli olacak elbette ” diyerek  sırıttı. 

“Ah!” dedi kedi. “Bunlardan hangisi seni daha çok korkutuyor?” “Bu işin sonunda akıl hastası olduğunun ortaya çıkması mı yoksa aylardır konuştuğun tek dostunun senden alınıp incelemeye götürülmesi riski mi?”

İkisi de birbirine bakarak sustular. Sonunda kedi patisiyle salonun loş bir köşesini işaret ederek: “Senin koltuğu şuraya koyabiliriz” dedi. “Ruh hâlin gibi gayet kasvetli,. eminim orada zaman öldürmeye bayılacaksın”

Şair kedinin gösterdiği köşeye baktı. Kediye belli etmek istemese de fikri beğenmişti. Yine de omuz silkti, gözlüğünü burnunun üzerinde yukarı itti : “Bilmiyorum” dedi, “Karım oraya koymamı istemezdi bence”  Etrafına bakındı, pencere kenarına doğru yürüdü: “O olsa burayı beğenirdi. Çok aydınlık, o aydınlığa bayılırdı” dedi.

Kedi pencere kenarına, şairin karşısına doğru yürüdü. Kafasını kaldırıp adamın gözlerinin içine bakarak: "Beğenirdi, eğer hayatta olsaydı ama değil. O yüzden o hayattaymış gibi davranmayı bırak da kendi fikrini söyle!”

Adam önce pencere kenarına, ardından kedinin gösterdiği loş köşeye baktı. “Sanırım, o köşe  daha iyi olabilir”

Sonra adam birden sanki daha önce orada yokmuş da birden ortaya çıkmış gibi karşısındaki şömineye hayretle baktı. Şömineye doğru birkaç adım attı. Eliyle şöminenin üzerini okşadı. Kediye dönerek: “Hatırlıyor musun, karım şöminenin karşısına oturup bir şeyler örmeye bayılırdı. Hatta ölmeden önce bir şey örüyordu bir şey…” Duraksadı sanki  bir şeyi hatırlamak için olanca zihin gücünü kullanıyormuş gibi yüzünü buruşturdu. Sonra başını ellerinin arasına aldı, ovuşturdu. Yeniden “Bir şey…”  diye mırıldandı. Ardından sinirli bir ses tonuyla: “Neydi, hatırlamıyorum. Ördüğü lanet olasıca kazakları, atkıları, her şeyi hatırlıyorum ama o son ördüğü şeyi hatırlamıyorum” dedi.

Kedi: “Tanrı aşkına!” dedi gözlerini devirerek. “Bu çok mu önemli? Üç yıl oldu. Şu kadını rahat bırak artık!” Adam cevap vermedi, huzursuzca kıpırdandı, saatine baktı: “Belki sana evin diğer yerlerini de göstermeliyim” dedi kediye. “Üst katı seveceğine eminim” “Yuvanı ve kum kutunu oraya koymayı düşünüyorum”

Kedi hiç istifini bozmadan: “Arkadaşlarını aramayı düşünüyor musun?” dedi. “Seninle konuşmaktan şikâyet ettiğimi sanma ama hayatın boyunca sadece benimle konuşmayı düşünmüyorsun değil mi?’. Duraksadı, patisiyle zemini tırmaladı, biliyorsun” dedi. “Karın ilk öldüğü zamanlarda herkesle konuşmayı bıraktın. Şiir yazmayı da bıraktın. Durmadan Attilâ İlhan şiirleri okuyup duruyordun. Yani o şairi ben de severim ama bilirsin  içini dökmek için ölü bir şair iyi bir seçim gibi durmuyor;  dostlarını aramalısın!”

Adam bir anlığına durdu, içine döndü. O an için o evde değildi, kedi orada yoktu, hatta kendisi bile evrenden yok olmuş gibiydi. ‘Evet, Attila İlhan…’ dedi. Sonra durdu, çenesini ovuşturdu: “Attilâ İlh…” Durdu, başını kaldırıp kediye baktı. Gülümseyerek: “Haklısın!”  dedi “En sevdiğim şairdir. Sanırım farkında olmadan onun gibi yazmaya çalışıyorum. Yine de yine de bu ara tek ihtiyacım olan bir kediyle konuşmakmış gibi hissediyorum”

Kedi gözlerini devirdi, “Tabi!” dedi “Kediyle konuş, çoğu insandan daha mantıklı olan kediyle…” Şair birden daha önce hiç fark etmediği bir şeyi fark etmiş gibi hayretle kedinin yüzüne baktı. “Baksana! ben sana neden sürekli kedi diyorum? Sana neden bir ad vermedim ben? Ya da verdim de hatırlamıyor muyum?”

Kedi adamın yüzüne aynı şekilde hayretle bakarak:” Tanrım! dedi, Gün geçtikçe daha tuhaf bir hâle geliyorsun sen” “Bana oldum olası hep kedi derdin zaten, Belli ki; bir ad verecek kadar önemsemedin beni”

Adamın ruh hâli bir anda değişti. Dostuna gülümsedi: “Şikâyet ettiğimi sanma seninle konuşmak bu ara bana en iyi gelen şey! Sahi konuşma deyince aklıma geldi biz seninle ne kadar zamandır böyle konuşuyoruz?” dedi.

Kedi omuz silikti: “Sanırım iki ya da üç yıl oldu. Daha öncesinde yavruydum biliyorsun, konuşmamı beklemen tuhaf olurdu” dedi.

Şair birden kahkaha attı: “Tabi ya! dedi. “Anormal olan konuşman değil de yavruyken konuşamaman değil mi?” “İşte bu tam senlik bir cevap oldu”

Kedi yüzünü ekşitti, bir şey söyleyecekmiş gibi ağzını açtı ama vazgeçti. Akşamüstü olurken ikisi bir şey demeden etrafta sessizce dolandılar. İkisinin arasındaki bu kısa, sessiz anlar hep tuhaf olurdu. Bu da onlardan biriydi. Aynı anda hem birbirlerinin varlığına tahammül edemiyor hem de evin içinde birbirlerini kaybettikleri anda kafalarını uzatıp diğerinin orada olduğundan emin olmak istiyorlardı.

Şair pencerenin önünde durup güneşin batışına, havanın yavaş yavaş kararışına ve bahçedeki yaşlı, tuhaf görünümlü kiraz ağacının siluetinin gittikçe daha da tuhaf hale gelişine baktı. Çocukluğundan beri akşamüstlerini ne kadar sevdiğini  hatta akşamüstlerinin günün en sihirli zamanları olduğunu düşündüğünü hatırladı. Bu ona Özdemir Asaf’ın Lavinia şiirini anımsatıyordu.

“Üşüyorsun ceketimi al,

Günün en güzel saatleri bunlar…”

Attila İlhan, Özdemir Asaf, Edip Cansever, Cemal Süreya, Turgut Uyar, Orhan Veli Kanık ve tüm diğer ölü şairler, bir yarı ölü şair –ki kendisine öyle diyordu o  ve bir tuhaf  konuşan kedi, bir akşamüstü bu eski evin salonunda sıkışıp kalmış gibiydi.

Adam tekrar saatine baktı, nakliye şirketi hâlâ gelmemişti ve üzerine çöken melankoli onu dehşete düşürüyordu. Şöminenin yanındaki duvarın dibine çöktü, gözlüğünü çıkardı, gözlerini ovaladı. Gözlüğünü tekrar taktığında kedi karşısına oturmuş, gözlerini dikmiş ona bakıyordu. “Senin için endişeleniyorum” dedi kedi. “Bugün ilâçlarını aldın mı?”  “Ne ilâcı?” dedi adam. “Tanrı aşkına!” dedi kedi. “Ne ilâcı olacak, antidepresanların” Bu melankolik hâlin hiç hoşuma gitmiyor” “Ah!” dedi şair. “O ilâçlardan nefret ediyorum” “Beni sersem gibi yapıyorlar” “Tekrar şiir yazmak istiyorum, aklıma ihtiyacım var” “Senin sorunun işte bu!” dedi kedi. “Sen şiirin akılla yazıldığını sanıyorsun, ben bir kedi olarak bile şiirin akılla değil duygularla yazıldığını biliyorum” “Sana bir reçete vermemi ister misin?” dedi şair alaycı bir tavırla: “Belki benim için yeni ilâçlar yazmak istersin” “Baksana, doktorumdan daha bilgilisin!” “Sen dalga geç” dedi kedi. “Senin aklın değil duyguların bulanmış” Durdu, patisiyle şömineyi göstererek: “Baksana” dedi. “Şömineyi kullanacak mıyız?” “Kullanacaksak önüne bir post istiyorum, burada yatacağım” Şair önce kediye, sonra şömineye baktı. Yüzünü buruşturarak “Tanrım!” dedi. “Tek düşündüğün rahatın değil mi?” “Zerre kadar umurunda değilim”

Kedi kulaklarını dikerek: “Sana hayret ediyorum” dedi. ‘Üç yıldır neredeyse tek konuştuğun kişi benim ve hâlâ seni umursamadığımı iddia ediyorsun” “Söylesene, üç yıldır kaç şiir yazdın?” “Ah!” dedi şair, kafasını yana çevirdi. “Biliyorsun, kafanı çevirdiğinde yok olmayacağım ve senin bir şair olarak yeteneksizliğin de öyle… Toprağa koyduğumuz karındı, sen değilsin. Üç yıldır en fazla bir salyangoz hızıyla şiir yazıyorsun. Merak ediyorum, eline ne zaman tekrar kalem alıp kayda değer bir şey yazmayı düşünüyorsun?”

Şair bir süre cevap vermedi. Sonra duyulmayacak kadar kısık bir sesle: “Hazır olduğumda…” dedi. “Hah, hazır olduğunda!” dedi. Kedi, onu taklit ederek: “Bak işte bu kısacık cümle son 3 yılda ürettiğin en şiirsel şeydi” Şair kediye baktı, kedi şaire. Birbirlerinden nefret ettiler ve sadece birbirlerine sahip olduklarını fark ettiler. Üç yıldan beri şair yazamıyordu ve üç yıldan beri kedi konuşuyordu. “Geyik desenli kazaklar” dedi şair. Kedi afallamış bir hâlde şairin yüzüne baktı: “Hah?” “Çok güzel geyik desenli kazaklar örerdi. Kar tanesi desenli bir bere örmüştü. Aptal! rengarenk bir atkı da örmüştü. Ördüğü en sersem en çirkin şeyi bile severdim. Ördüğü bir kolu diğerinden uzun hırkamı bile bütün kış sırtımda taşımıştım” diyerek. Duraksadı ve “Tanrım!” dedi, “Umarım, nakliyeciler onu kaybetmez hangi kutuya koymuştum?” “Bu kadar az eşya içerisinde onu kaybetmeyi becerirsen sandığımdan daha aptalsın demektir” dedi kedi. Adam kediyi duymadı ya da duymamış gibi yaptı: “Tuhaf değil mi?” dedi. Dalgın bir hâde:  “Ördüğü her şeyi hatırlayıp ölmeden önce ördüğü o son şeyi hatırlamamam” “Sen bir karadelik gibisin!” dedi  kedi bezgin bir yüz ifadesiyle: “Etrafındaki her şeyi içine doğru çekip yok ediyorsun. Hayatımda gördüğüm en obsesif ve depresif kişisin. Hayatımda tanıdığım tek insan ve tek karadelik…”

Adam bir süre önceki acı çeken yüz ifadesini tekrar takındı, yüzünü elleriyle ovuşturdu. “Neydi, lanet olsun!” dedi. “Hatırlıyorum, demişti ki sana bu sefer çok farklı ve hoşuna gidecek bir şey yapıyorum. Ne yapmıştı, lanet olsun”

Kedi başını iki yana sallayarak çaresizce kapının kenarına doğru yürüdü ve oraya oturup adamı izlemeye başladı. Şair, başını kaldırıp yukarı çıkan merdivenlere baktı. Karısı yoktu, üç yıldır yoktu. Bu gece o olmadan yalnız uyuyacaktı, yarın sabah kalktığında yine yalnız olacaktı. Hiçbir sevincini ona anlatamayacak, sevdiği hiçbir şiiri ona okuyamayacaktı ve yazdığı hiçbir şiirde onun fikrini alamayacaktı. Bunun koca bir sonsuzluk olduğunu düşündü. Dipsiz, sürekli düşmeye devam ettiği bir kuyu…

Birden içinden bir selin boşaldığını hissetti. Tutamadığı, tutmak istemediği dehşet verici bir acı… Bu boğuk sesi hatırlıyordu. Ağladı, öyle ki; ona sonsuza dek ağlayacakmış gibi geldi. Gözlerini açtı, kedi kocaman ve üzüntü dolu gözleriyle ona bakıyordu.

Yaşlı adam ve orta yaşlı kadın, bahçenin dışından kiraz ağacının gerisinden eve doğru bakıyorlardı: “Yeni taşınan adam ne iş yapıyormuş?” diye sordu yaşlı adam. “Şairmiş” dedi kadın: “En azından emlakçı öyle olduğunu söyledi” “İyi bari’ dedi yaşlı adam, ‘Hiç olmazsa artık etrafta şiirlerden konuşabileceğim biri olacak” “Yerinde olsam bu kadar hevesli olmazdım” dedi kadın: “”Hatta yerinde olsam ondan uzak dururdum” “Neden?” diye sordu yaşlı adam: “Şair demedin

mi? Hem sen adamı tanıyor musun?” Kadın duraksadı. ‘Şey’ dedi, “Tanımıyorum ama merak ettiğim için az önce bahçeye girip camdan içeri baktım” “Tanrım” dedi adam ayıplar gibi  sonra duraksadı ve  merakına yenik düştü: “Ne gördün peki?”

Kadın, yine duraksadı: “Sana o yüzden uzak dur dedim” dedi. “Ev bomboş içeride kapının kenarında el örgüsü yapımı bir kedi var. Adam onunla konuşuyor ve ağlıyordu”


İlginizi Çekebilir

Ulan Para

Osman OSMA

Tin

Zuhal KAP