Sektir Git
Milattan sonrasının epeyce gecikmiş bir vaktiydi. Sıkıntılarla geçmiş çürük bir kapital yüzyılının başlarındaydık. Benzinsel kârların yerini ilaçsal kârların almasına karar verilmişti. Bu yüzden salgın üstüne pandemi basılmıştı kapitalizmin darphanelerinde, art arda piyasaya sürülmüştü.
İnsanlık yorgundu, gözlerini sihirli kutusal ekranlarından ayıramıyordu. O yüzden de atılan hiçbir çelmeyi göremiyor, yere kapaklandıkça kalkabilen kalkıyordu. Bunlar da üstlerini bile silkelemeye gerek görmeyecek kadar beyin hasarlı oluyorlardı artık.
Miskin mi miskin bir hafta sonuydu. Gelecekten ödünç aldığım 65. yaşımı 15. yaşımla el ele tutuşturup misk kokulu olmasını düşlediğim bir Anadolu (Baba da boş olmayan) sahiline gezmeye gönderdim.
Aradan geçen yarım asırda kıyı kalabalıklaştıkça deniz ıssızlaşmıştı. Kıyı çığırından çıktıkça deniz mahzunlaşmıştı. Kıyı gayrimenkulleştikçe deniz makulleşmişti.
Denizde artık balıklar cirit de atmıyordu, gülle de. Obsesif kompulsiflere nanik yapan anti simetrik dalgalar yapayalnız kucaklıyordu sahildeki şeytan minaresi soslu çakılları.
Ufuklara baktım uzun bir süre, ufukların röntgenini çekmek istercesine. İrisime iyot aşılanınca vazgeçtim.
Bir uslu-mahzun taş aldım elime; çocukluğumdaki gibi sektirmek için, attım. Daha ikinci sekişte geceden kara bir poşete rastladı, donakaldı minik taş!
Sevdiğim kız üçüncü kat penceresinde aniden belirmiş de çamurlu gözleriyle ıslak gözlerime kenetlenmiş gibi utandım.
Soktum hemen 15 yaşımı cebime, görmesin diye bu rezillikleri.
Yanımdaki ekmekleri attım birkaç tane kalmış malulen emekli martıya, kaçarcasına uzaklaştım.