Son Dilim 1.Bölüm: Kayıp İnsan
Başlangıçta kurulan yedi soy düzenin sonu gelmişti.
Cennetten ve cehennemden yapılan pasta bitmişti. Kalan son dilim ise insan şekliydi.
Asırlardır pastayı yiyen ve yediren nesiller çoktan yok olup uçup gitmişti, tufandan önce… Tufandan sonrası gibi bu hikaye de yedi katlı pasta gibi bitmişti.
Kalan son dilim ise, zamanın ortasından akarak ince bir hicivle tabağın önüne ve arkasına argümanının resmini çizmişti.
Bugün yeryüzünde herkesi öldürebilecek bir mikrop vardı, bütün dünyayı sarıp sarmalamıştı. Belki dahası da gelecekti ama bilinmiyordu.
Yirmi birinci yüzyılın 2020’sinde yaşamın tamamen değiştiğini herkes fark edebiliyordu belki ama düzenin değişikliğini herkes fark edebiliyor muydu?
Yenilenden, içilenden, solunan havadan dahi insan avlanıyordu. Ölecek miydik, ölüyor muyduk yoksa ölümüydük deniliyordu ama daha da kötüydük; her an ölecek gibiydik. Ölüyorduk da… Kimse kimseyle nefesini bile paylaşmıyordu, herkes birbirinden korkar olmuştu, eski dünya tabiriyle kıyamet kopuyordu, yeni dünya tabiriyle düşmüş insanlık tek başına ayağa mı kalkıyordu? Peki ne olacaktı?
Başlangıçta kurulan düzenin sonu gelmişti. Başlangıçı bilenler sonun da başı olduğunu çok iyi bilirler.
Bugüne kadar insanların gözünde lüks yaşayış zenginlikti. Gözler, caddeler ve sokaklarla, kentsel dönüşümlerle göz kamaştırıcı oluyordu duygusuz şehirlerde, sosyetelik yarışı Tahtakalenin içine kadar işlemişti; her türden eşyalar sahiplerine hava atıyor gibi şıkır şıkır kıskançlık kaynıyordu yeryüzünde, porselenler dünya mutfağından donatılmış olsa bile ikramı yedirene değil de yiyene soğan ekmeyi hatırlatıyordu süslü tabaklarla çanaklarla…Hani denir ya güzellik seni yanıltmasın kaybolursun kendi çirkinliğinde diye.
Belirsizlik kaynıyordu…
Patika yolların asfalt oluşu, köprülerin, metrobüslerin, alışveriş merkezlerinin ışıklı dünyası “boş geldiniz” der gibi ışıklı hayat mumlarını arattırıyordu.
Metrolardan hareket eden trenler ve birçok aletlerin yenilenmesi de artık güldürmüyordu kimseyi. Sanrıları en yakınından uzaklaştırıyordu insanı. Fikir felsefesi değişiyordu, yat denilen limanda kalk denilen hatlar bağlanıyordu güneşten aya, suspus olmuştu insanlık, dört bir yandan teslim olmuştu dijital sendroma. Yeryüzünde eylemsiz bir yaşam biçimi vardı, ahenksiz robotik çoşkunluk, varmışsın da yok muşsun gibi boyut ötesi aydınlık ve salgınlık arasında, bir tuşla hem ruhani hem de zihinsel yolculuk sanatı gibi, her yerde olmak gibi benlik frekansı değişiyordu
Bugüne kadar hiç yaşanmamış yeni bir çağ başlıyordu, yeni düzen şekilleniyor, eski düzen tamamen yok oluyordu.
Her ülkenin alt yapıları ve üst yapıları zamanından beri kat kat üstü örtülerek formüle uygun şekilde değiştiriliyordu. Geçmişten bugüne insanlar da payına düşeni; duyduklarıyla, gördükleriyle, onlara sunulan kölelik ve zulümle, ezdirmeyle uygulanan sistemin; anlayışsızlıkla, korkulu ve doyumsuz zihinlerin boşluklarını doldurmak için sürü psikolojisi denilen yapıda anlamamak ve sevmemekle; karanlıktan korkutan, belirsizlik ve bilinçsizlik sendromunu yaşatanlar hayatta kalanların iradeleriyle oynuyorlardı, hep birlikte bakıyorlardı kendileriyle yüzleşemedikleri aynaya.
Tutkuları, yenilgiyi hazmedememesi, savunmaya geçmesi, “Sen ne dedin? Bana mı dedin?” der gibi alınganlık, şeytani düşüncelerin olumsuz beyinlerde, iradesizliğin ve düşmanlığın zeka formatına işlediği, ne iyiliği ne de kötülüğü bırakmama şeklini almış insan bedeninde yaşamasının akıl almaz bilinçsizlik sancısı demek daha doğru. Kendi içlerindeki şeytanı ne yenebiliyor ne de onsuz yaşayabiliyorlardı. .
Bu biten; hayatın başlangıcıydı. Hiç insan, yok denecek kadardı ama çok insan vardı. Eski miladın görünmez yeni kahramanı Panzehir ise Ne gökten iniyordu ne de insanüstüydü...