Üç'e Beş Kala
-Hey sen?
-……
-Sana diyorum? Mor atkılı mor pantolon.
-……
Usulca kafasını gömdüğü defterden kaldırdı ve gözlüklerinin üstünden dik dik gürleyen o sese baktı.
-Ne yaparsın orada saatlerdir?
-Yazarım
-Ne yazarsın?
-İ’yi yazarım
-Nasıl yani?
-İyi yazarım
-Espiri mi yaptığını sanıyorsun, eşek herif.
-Yaparım
-Cüretin boyunu aşkın
-Müsebbibi taşkın
-Ne diyorsun be
-Sobe
-Haydaaa, çattık gece gece. Bu ayazda deniz kenarında işin ne?
-(Kendimle) hasbihalimin ortasındaki leşin ne?
Soğuktan burnunun donduğu belli olmasına tezat gözlerinden alevler saçan bu garip adam, gece bekçisi …’nin asabını bozmuştu. İşindeki ilk günde manyağın birine çatmak son isteyeceği şeydi. Olmuştu. Korkuyla karışık bir şüpheyle garip adama bir adım daha yaklaştı.
-Ölüm fermanını mı yazıyorsun be adam ayazın eşiğinde gecenin 3’ünde?
Dalgaların kayalara sert çarpmasıyla köpüren, coşan sular, garip mor atkılı adamın pantolonunun paçalarını yalıyor ve sanki içten içe uluyordu.
Gece bekçisi, mor atkılı garip adamın ne yazdığını anlamak istercesine ısrarla yaklaştı.
-Ne yazıyorsun? dedi baskıcı bir ses tonuyla.
-Çıkmayan yangının hikayesini, kopmayan fırtınanın sesini, yarım kalmış ‘her şeyin’ son cümlesini… derken ayağa fırlamıştı bile mor atkılı mor pantolon. Gözlerinde inciler parıldıyor, titriyor, sanki fark edilmişliğine kızmanın yanı sıra şaşkın, az biraz memnun ve utangaç…
Yıllar, aylar geçer, onu bu bankta yazarken kimse rahatsız etmezdi, halini hatırını da sormazdı. O denizin dalgalarıyla, martılarla ve gecenin ıssızlığıyla sohbet etmeye, yangınlarını sessizce aynı bankta kalemle alevlendirmeye alışıktı. Şimdi hasbihalini bölüp onla iki kelam etme çabasındaki bu meraklı gece bekçisi neyin nesiydi.
-Yoksa o da benim gibi aklı şaşkın, gönlü taşkın, yapayalnız bir uyurgezer mi? Hayır hayır, aklı başında kimse Bay Mürteza ile konuşmazdı. Kesin kaçığın teki, dedi içinden Mor atkılı garip adam.