Uzanan El
Gerçekten ölmeye karar verdiğinizde bunu kimseye söylemezsiniz. Uçurumun kenarında rüzgârın savurduğu saçlarınızın kokusu karışır gökyüzüne. Dalgalanan suyu seyredersiniz uzun bir süre, hayatınızın yansımasına bakarcasına… Derin bir nefes alırsınız, hiç almadığınız kadar. Akciğerlerinizi kaplar o son nefesiniz. Birkaç adım atarsınız, sonrası boşluk… Kanatlanıp uçmaya başladığınız o boşluğun sonuysa derin dalgalar… Soğuk su tüm hücrelerinizi işgal ederken çırpınmadan ölümü bekleyişiniz kalmıştır geriye sadece. Sonra kararır gözleriniz, canınız acır. Daha önce hiç hissetmediğiniz kadar çok… Yumarsınız gözlerinizi bir daha açmamaya dek.
Hikayenizin bir önemi var mıdır ya da gerçek hikayenizi bilen birileri kalmış mıdır geride? En mutlu görünenleriniz değil midir sırtında en ağır yükleri taşıyanlarınız? Sürekli gülümsemenizin altına hapsettiğiniz üzüntüler… Öyle bir an gelir ki onlar toplanıp başkaldırırlar bu düzeninize. Sizin parçalarınız tahammülsüzleşir size. Terk etmek isterler sizin onlara sunduğunuz o paslı zindanları. Sonrası mı? Tam da orada parçalanır bedeniniz. Ruhunuzla kurduğu o sımsıkı bağ ilk defa orada zedelenir. Kendinizi çıkışın nerede olduğunu bilmediğiniz karanlık bir yolda bulursunuz. Farkında olmadan adım atarsınız o kokuşmuş bataklığa. Size uzanan eller o karanlığın içinde yitip gider, günden güne içinizdeki tüm iyiliklerinin yitip gidişi gibi.
Büyüdükçe büyür üzüntülerin gücü ve kocaman bir acıya dönüşür, her şeyden habersiz atmaya devam eden kalbinizin karşısında. Bir selam verir ve içeriye davet ettirir kendini. Günden güne ne kadar umudunuz varsa bir yılan sinsiliğinde elinizden alır. Aynaya baktığınızda ışığın eksik olmadığı gözleriniz artık parlamaz. Bacaklarınıza ağır gelmeye başlar bedeniniz. Esiri olursunuz o kâbusun. Sizden geriye tek bir zerre kalmayana dek savaşır sizinle. Kaybedeceğinizi düşündükçe daha da güçlenir. Sizi yok etmesi için ona yardım edersiniz.
Bir gün gelir ve uyuyamaz, yemek yiyemez olursunuz. Bir bardak suyu bile tutarken titrer elleriniz, avuçlarınız terler. Nefes almak fazlasıyla acıtır canınızı. Çığlıklar içinde ağlarken bulursunuz kendinizi. Gözleriniz ağlamaktan patlayacakmışçasına şişmiştir. Aynaya bakmaktan tiksinir hale gelirsiniz yine de günlerce izlersiniz kendinizi, bir sandalyede oturmuş o duvarları üzerinize ilerleyen dar odada. Akar gider zaman, duygularınızla beraber. Hissizleşirsiniz. Ne yapmanız gerektiğini bilemez sadece bekler, müzede sergilenen bir heykel gibi kaskatı kesilirsiniz. Göğsünüze bir pençe girmişçesine bir acı belirir sonrasında ve kalbiniz sökülür yerinden. Donmuş bedeninize ağır gelir o his ve pusuda bekleyen tüm o karmaşa karşınızda belirir. Başa çıkamayacağınız kadar güçlü bir orduya dönüşmüş halde.
Gardınızı düşürdüğünüz o tek saniyede en büyük oyununu oynar size. Kulağınıza fısıldamakla kalmayan tüm ruhunuzu saran bir şeytan gibi… Siz farkında olmadan ikna eder sizi. Yürürsünüz onun istediği yöne. Annesini kaybetmemek için elini sıkı sıkı tutan bir çocuk gibi siz de sarılırsınız ona. Bir adım, iki adım derken tam da onun olmanızı istediği noktada bulursunuz kendinizi. O uçurumun kenarında. Yalnızca siz ve o… Uçarsanız hafifleyeceğinize inandırır sizi. O boşlukta süzülürken size dost görünen o çirkin elini uzatır. Birkaç saniye durup tereddüt etseniz belki de onu orada çaresiz bırakıp… Yapamazsınız, paramparça olmuş kalbiniz izin vermez tek bir adıma daha. Ve o eli tutarsınız.