Vatan Satı'lamaz

Satı Kadın, yokuşun ardındaki tarlada kızı Zeyno’nun kana bulanmış cesedini gördüğünde ve korktuğunun başına geldiğini anladığında yüz annenin feryadını ciğerinde toplayıp, gökyüzüne salıverdi.

İşgalci Yunan askerleri, komşu köyün Rum erkeklerinin kışkırtmaları ve yol göstermeleriyle büyük bir kıyıma ve tecavüze başlamışlardı. Köyde fazla erkek kalmamıştı yıllar süren savaşlar sonucu. Bazıları da yeni yeni duymaya başladıkları Sarı Paşa’nın Kuvâ-yi Milliye’sine katılmak için ayrılmışlardı.

Yunanlılar, o anki ruh hallerine göre çocuk ve yaşlıları ya acımadan katlediyor ya da camiye hapsediyorlardı.

Satı’nın kızına da önce tecavüz etmişler, sonra gözlerine mil çekmişlerdi. Ancak göğüslerini kesip, karnını yarınca kan dökme sapıklıkları nihayete ermişti. Tabii Satı Kadın’ın Zeyno’cuğunun 14 yıllık ömrü de.

Satı Kadın gözyaşlarını da kızını kazdığı garip mezarına gömdü. Gözlerinde yaşlara karışmış şimşeklerle eve koştu, eşinden yadigar tüfeği ocağın üzerinden aldı.

Eşi Ziya, cihan harbi dedikleri harpte şehit düşmüştü. Kör talih, iki yıl boyunca cephede sağ kalan yiğidini harbin bitiminden bir ay önce ailesinden kopardı. Sonraları köyde, kasabada Osmanlı’nın savaşı kaybettiğini duydular. Ancak bu ne anlama geliyordu, ne olacaktı şimdi? Köyün okul görmüş tek adamı olan muhtar bile bilemiyordu.

Babası Mustafa ise subay olduğu Balkan Savaşı’nın daha ilk günlerinde ayağına saplanan bir kurşunla aksak dönmüştü. Zaten dört kişilik aile de tek kurşun atılmadan savaşın başında Yunanistan’a teslim edilen, Osmanlı’nın Avrupa’daki başşehri denilen Selanik’e yarım günlük mesafedeki bir köyden göç etmişlerdi Anadolu’ya.

Satı, babasının tek kızı olmuştu çünkü annesini veremden genç yaşta kaybetmişlerdi. O yüzden babası bildiği her şeyi Satı’ya öğretmişti. İki sene önce de kangrenden kaybetmişti babasını. Genç denilecek yaşta Hakk’a yürüyen gazi en azından vatan topraklarının bir kez daha işgalini görmemişti. Satı, küçükken babasıyla çıktığı avlarda öğrendiği izleme teknikleri ile adamları kısa sürede buldu.

Kuşgeçmez Mağarası’nın önünde ateş yakıp, kimbilir hangi çobandan çaldıkları kuzuyu pişirip yiyorlar, şarap içiyorlardı. Satı’nın aklına değişik bir fikir geldi o zaman. Tüfeğini sakladı. Saçını açtı, omuzlarına düşürdü. 30’lu yaşlarının başında çok güzel bir kadındı Satı. Ellerinin nasırı vardı çalışmaktan ama bu Yunanlılar’ın ataları görse onu model alıp Diana heykeli yaparlardı kendine. Uzun, narin ama sağlam vücudu Ege’nin tüm sözde eski tanrıçaları ile yarışırdı. Bal rengi gözleri ile istese dünyada etkileyemeyeceği ademoğlu yoktu.

Dişlerini, yumruklarını sıka sıka biraz daha sarhoş olmalarını bekledi. Sonra yavaş yavaş karşılarına çıktı çalılıkların arasından.

Bu eşsiz Türk güzelini ilk gören Yorgo oldu :

-           Vre Dimitri, hele bak bakayım çok mu içtim ben? Bir melek geliyor karşıdan.

-           Yok be Yorgo, ben de görüyorum. Yasu, bu ne be?

Satı ellerini iki yana açtı. Tehlikeli olduğunu düşünmelerini istemiyordu bu dört pis herifin. Aklındaki her şeyi kızını gömdüğü çukurdan da aşağıya gömdü kendini tutabilmek, açık vermemek için. Komşusu Rum kadından öğrendiği Rumca’sıyla:

-           Yiğitler, ne yaparsınız burada? Yiyecek bir şeyler var mıdır? dedi.

-           Olmaz mı güzellik, peki ne vereceksin karşılığında? Paran var mı?

-           Yok sayın askerler, para ne arar köylü kadında?

-           Haa, gel bakalım, belki bir çaresine bakarız.

Bunu derken bıyıklarını burup, üniformasının tozlarını silkeledi Çavuş Themo. Şarapla bulanık aklında çizmişti bile ne yapacağını bu Türk kahpesine.

Satı usulca geldi, yanlarına oturdu. Uzattıkları kuzu budunu aldı, ısırdı. Bir yandan kendini seyreden bu 4 insan müsveddesini gözlemliyordu ceylan gözlerinin bir ucuyla.

Themo:

-           Ee, yedin, doydun. Şarap da verirdik ama bitmiş neredeyse anca bize yeter. Siz Türkler zaten şaraptan hortlak gibi korkarsınız. Ha ha ha. Şimdi dans et bakalım önce bizim için biraz. Göbek at. Siz de el çırpın vre!

Satı gülümsemeye çalışarak ayağa kalktı. Önce kalan şarabı tek tek bardaklarına boşalttı. Tek tek gözlerini içine baktı. Hem sarhoşluk derecelerini anlamak için, hem de planı gereği bu canavarları istediği yola sokmak için.

Adının Boreas olduğunu öğrendiği en gençleri dahil donuk donuk bakıyorlardı. İyiye işaretti bu. Satı ortaya geçti ateşin yanına ve yavaş yavaş, temposunu hafif hafif artırarak gerdan kıvırmaya, göbek atmaya başladı. Alkol kanlarına daha da çok karışsın diye tek tek onları da kaldırdı, oynattı.

İyice kıvama geldiklerine karar vermişti. Saçlarını şöyle bir kabarttı. Themo’ya döndü:

-           Sayın çavuşum, ben biraz üşüdüm, geç oldu. Şu battaniyenizi alsam da gece vakti köye dönemem; şu mağarada bir köşeye kıvrılsam?

-           Güzelim zaten ben de bunu bekliyordum, hadi ben de yanına kıvrılayım, endaksi?

-           Anladım tabii yiğidim, tabii.

Tüm buraları avucunun içi gibi bilen Satı, bu mağaranın gizini de biliyordu tabii. Yalpalaya yalpalaya yürümeye çalışan Themo’ya önden gidip yol göstermesini söyledi. Mağarada kısa bir süre ilerledikten sonra istediği noktaya gelmişlerdi. Birden vücudunu gerdi ve önündeki Themo’yu mağaranın içinde önceden görünmesi imkansız olan çukura itti. Zaten sarhoş olan Themo, çuval gibi yıkıldı kaldı çukurun dibinde.

Satı hemen dışarı seğirtti.

-           Aslanlarım, Dimitri, Yorgo! Komutanınız dayanıksız çıktı. Sizin kadar genç değil tabii. Düştü bayıldı. Gelin kaldıralım, sonra sizinle bakarız keyfimize.

Yorgo ile Dimitri’nin gözlerinde alkolün çaktırdığı şimşekler daha da bir arttı. Hiç lafı ikiletmeden havada süzülür gibi çekilip, onlara yol veren Satı’nın önüne düştüler. Pis pis gülüyorlardı bir yandan. Bu iki andavallı o kadar sarhoştu ki Satı’nın bir şey yapmasına fırsat kalmadan kendi kendilerine yuvarlandılar çukura.

Satı tekrar dışarı çıktı. Baktı genç, kara kuru, tel bıyıklı Boreas zaten sızmıştı. İşini sağlama almak için kafasına bir taşla vurdu. Sonra askerlerin çantalarından çıkardığı bulabildiği en sağlam iple ellerini ayaklarını bağladı. Kuşgeçmez Mağarası’na geri döndü. Boreas’ın kasaturasını ve kendi tüfeğini de yanına aldı.

Çukurun dibinden bir tanesinin inlemesi, ikisinin horultusu geliyordu. Baktı, inleyen Dimitri idi.

-           Hey, bana bak zibidi. Kahpenin dölü. Aşağılık it. Çabuk arkadaşlarını kaldır.

-           Dur be kadın, başım çatlıyor zaten, ah kafam, ah belim.

-           Kaldırmazsan hemen şimdi hepinizi kurşunlarım. Tüfeğin bende.

-           Peki, peki, dur, sakın ateş etme!

Dimitri döndü, sarhoş reflekslerinin izin verdiği kadarıyla zar zor iki arkadaşını kaldırdı. Karanlığın, yürekleri kadar kara karanlığın içinde birbirlerini bile göremiyorlardı. Ayık olsa bile göremezlerdi zaten. Yöre köylüleri Kuşgeçmez Mağarası’ndaki bu çukura boş yere “ Gayya Çukuru “ demiyorlardı.

Themo:

-           Hey Türk kahpesi, bir ip at çıkart bizi buradan göremiyorum ama üç boyumuz kadar var herhalde bu duvarlar. Dümdüz hem de neredeyse, elimle yokladım.

Satı:

-           Ee, güzel kamp yeri seçmişsiniz. Alnınıza çatacağım bir kurşun sizden hıncımı almaya yetmeyecekti. Bu da yetmeyecek ama en azından Zeyno’m mezarında az da olsa rahat edecek. Nasıl olsa Rabbim o masumumu saracak mahşerde güzelliklerle.

-           Zeyno da kim be?

-           Öldürdüğünüz kızım.

Şarap, Themo’nun dilini açmıştı. Eceline doğru koşarak gidiyordu:

-           Hangisi? O kadar çok kadın, kız öldürdük ki. Ne bilelim!

-           Bugün akşam üstü benim sarı kızımı, kınalı yavrumu öldürdünüz. Karnını deştiniz pislikler.

-           Haa, bugün birkaç eğlence yaptık kendimize. O sonuncuydu.

Yorgo biraz olsun ayılmıştı:

-           Aman çavuşum, o biz değildik yahu, neler anlatıyorsun bu kadına, canına mı susadın?

-           Ya bırak, bundan mı korkacağız? Ülkelerine girmişiz; kadınını, erkeğini, çocuğunu, yaşlısını önümüze katmışız. Kah sefil etmişiz onları, kah ceset...

Satı’nın ölümünü sonuna kadar içinde dinmeyecek ateşini göremiyorlardı karanlık çukurun dibinde. Görseler belki kendiliğinden tutuşur yanarlardı bu kadının ve bir halkın yüreğinde yaktıkları ateşin etkisiyle.

Satı son kez seslendi onlara:

-           Şimdi size bir bıçak atıyorum. Arkadaşınızın kasaturası. Demin ben sizi eğlendirdim. Şimdi siz beni eğlendireceksiniz. Arkadaşlarını öldürüp, geriye son kalanı çukurdan çıkaracağım sadece.

Bir yandan da kasaturayı aşağıya fırlattı.

-           Sen deli misin be kadın? Çabuk çıkar bizi buradan!

Derken sözünün sonu kendi sonu da oldu Themo’nun. En az sarhoşları olan Yorgo göğsüne saplamıştı bile koca kasaturayı. Boğuk sesler çıkararak böğüre böğüre öldüğünde sıra Dimitri’ye gelmişti ve geçmişti bile. Yalvarmalarını bitiremeden Yorgo onun da işini bitirmişti. Yukarı seslendi:

-           Hey kadın, çıkar beni buradan bak öldürdüm onları. Hallettim ikisini de. Heyyy!

Ses gelmesini beş gün sonra susuzluktan ölene kadar bekledi Yorgo. O seslendiğinde Satı çevik adımlarla Boreas’ın yanına ulaşmıştı bile. Onun da bilmesini istiyordu. Uyandırdı sarsa sarsa çelimsiz vücudunu. Tüfekten bir karış uzun boyu vardı sadece. Korkan gözlerle bakıyordu Satı’nın çakmak çakmak gözlerine. Kekeleye kekeleye:

-           Dur ben sana ne yaptım? Çöz beni ne olur?

-           Sen benim hayat damarımı koparıp attın, akşam üstü kirletip, öldürdüğün yeşil elbiseli sarı kız benim kızımdı.

Gözleri daha bir korkuyla büyüdü, Satı’nın korkunç bakışlarına dayanamadı sonra; sımsıkı kapattı gözlerini, açtı çenesini:

-           Dur, diye yalvardı, ben öldürmedim, onlar yaptı. Benim kadınım olmamıştı hiç sadece, en son bana verdiler sırayı. Ben de dayanamadım yaptım ama onlar öldürdüler. Sadece tecavüz ettim kızına, ne olur bağışla.

Satı adil bir kadındı, cezasını suçuna uydurdu; kasıklarından vurdu onu. Geceyi yırtan ama kimsenin duyamayacağı çığlıkları Satı yavaş yavaş köyüne dönerken hala devam ediyordu. Kan kaybından ölmesi şafağı bile bulmadı.

Satı, kocasının emaneti tüfeğini, yadigar atını aldı. Yanına iki günlük su ve azık alıp, batıya sürdü atını. Yanıp kül olmuş yüreğinin yerine aklına verdi atının gemini. Sarı Paşa’nın kuvvacılarına katılacaktı Satı.

Ülkesini bu alçaklardan kurtarıp, onları topraklarından defedene kadar da durmayacaktı. Vuruşacaktı, vuruşacaktı.

 

 

 


İlginizi Çekebilir

Pirüpak

Nilüfer GÖĞEBAKAN

Gelinciğe Mektuplar

Deniz ÖZBAY

Eflatuni Aşk

Aylin KAYA USTAMEHMETOĞLU