Yeniden Doğuş

Bir sonbahar günüydü sanırım, hatta kışa girmiş bile olabilirdik. Ayrılık vaktinin yaklaştığını hissettiren hırçın bir rüzgar uğulduyor, yağmur bizi kamçılarcasına tüm şiddetiyle üzerimize yağıyordu. Her yer benim gibi yuvasından uçup gitmeye hazırlanan, sarıdan kırmızıya kadar sonbaharın tüm renklerine bürünmüş akranlarımla doluydu. Bir telaş vardı tüm yuvalarda, yollarda, kaldırımlarda..

Evimden, annemden, ailemden ayrılmak ne kadar zor gelse de bu tabiatımızda vardı, kaçınılmazdı. Bir yandan korkuyor, diğer yandan bu maceranın beni sürükleyeceği yerlerin heyecanını duyuyor, sabırsızlanıyordum. Kardeşlerimin çoğu yola dökülmüştü bile... Annemse bir yandan gidenleri uğurlarken bir yandan da kışa hazırlıyordu kendisini. O, hiç gitmemişti. Minimini bir çocukken buraya gelmiş, burada büyüyüp serpilmişti. Bu bahçeden başka bir yer bilmezdi. 

Aniden beni alıp uçuran rüzgarla maceram başlayıverdi. “Seni seviyorum anneciğim!” diye bağırdım hızla uzaklaşırken. Başım dönüyor, çevremdeki her şey de rüzgarla birlikte dönüyordu. Yükseldikçe benimle birlikte yola koyulan arkadaşlarımla gülüyor, çığlıklar atıyor, geçtiğimiz yerleri, yanımızdan geçip giden türlü kuşları merakla izliyorduk. Ne kadar gittiğimizi bilmiyorum ama rüzgar aniden kesiliverince, süzülerek yere düşüyorduk, yumuşacık bir iniş. Acaba şimdi ne olacak der gibi herkes birbirine bakıyor. Sessizlik. Çevreme bakıyorum, çok geniş bir alandayız. Bir sürü insan, araç bizi hiç fark etmeden hızla geçip gidiyor yanımızdan. Bazen ufak tefek kazalar da oluyor, üzerimize basıp geçenler canımızı yakıyor arada ama şimdilik iyiyiz. Karşıdan küçük bir kız çocuğu geliyor annesinin elinden tutmuş, sanırım okula gidiyorlar. İşte, bizi fark etti! Sevinçle ve heyecanla bize doğru koşuyor. Nefeslerimizi tuttuk, bekliyoruz. Neşeyle bir tekme savuruyor küçük kız bize doğru, bazılarımız havalanıyor bu hamleyle. Bir kaçını minik elleriyle yakalıyor ve ceplerine tıkıştırıveriyor aceleyle. Annesi:

     - Kızım hadi oyalanma, okula geç kalacağız diyor ve çocuğu elinden tutup hızla uzaklaşıyorlar yanımızdan.

Keşke ben de gidebilseydim diye geçiyor içimden, okul nasıl bir yer acaba? 

Başımıza gelecekleri bekleyerek bir süre daha vakit geçiriyoruz burada.. Biraz sonra elinde çalı süpürgesi ve bizi yutmaya hazırlanan kocaman bir canavar gibi ağzını açmış küreğiyle çöpçü amca yaklaşıyor. Süpürge gülümseyerek bizi toplayıp canavarın kocaman ağzından içeri gönderiveriyor bir hamlede. Üst üste tıkış tıkış doluşuyoruz küreğin içine. “Yeter, doldu burası!” diye bağırıyoruz ama duyan yok sesimizi. Çöpçü amcanın koca ayağı bizi daha da sıkıştırıyor ve biraz daha çöp dolduruyor küreğe. Havasızlıktan kendimden geçiyorum galiba. Oysa ben bu yolculuğu böyle hayal etmemiştim. 

Bir koku, fena bir koku beni kendime getiriyor. Öldüm de acaba cennete mi gittim diye düşünüyorum ama kokuya bakılırsa bu mümkün değil. Olsa olsa cehennemde olabiliriz. Yok ölmemişiz, sadece çöpçü amca küreği dolunca bizi yakındaki çöp kutusuna boşaltmış. Etraf meyve kabukları, yiyecek artıkları, bir sürü ıvır zıvırla dolu. Eyvah, şimdi de bir kâğıt toplayıcısı yaklaşıyor çöp kutusuna! Elindeki ucu sivri sopayla işine yarayacak atıkları topluyor. Neyse bir de şiş yarası almadan ucuz kurtuluyoruz bu vartadan. Az sonra bir gürültü duyuyoruz, çöp kamyonu geliyor. Burada aksiyon hiç bitmiyor anlayacağınız. Hop diye kalkıyor koca konteyner ve bizi çöp kamyonuna boşaltıveriyor. Ardından preslenerek yarı baygın halde yolculuğumuza devam ediyoruz. Ne kadar zaman geçti bilmiyorum, her tarafım ezik, çürük içinde kendime geliyorum. Burası kocaman bir yer, her yerde yoğun bir faaliyet var. Bir sürü insan ve bir sürü makine harıl harıl çalışıyor.

Ve nihayetinde ılık ve güneşli bir bahar sabahı gözlerimi dünyaya yeniden açıyorum, mis kokulu, kıpkırmızı bir gülün yaprağı olarak yeniden merhaba diyorum hayata...


İlginizi Çekebilir

Yaşasın Cumhuriyet

Işın GÜVEL

Hiç Yokken İyidir

Utku Fırat ÖZÇELİK

Yolsuz Yolcu

Sema UZUNKOCA