Gözlerinin etrafındaki çizgilerden belli oluyordu. Kız kardeşinin makyaj malzemelerinden aldığı fondöten bile yorgunluk çizgilerini kapatamamıştı. Kapatsa ne olacaktı ki. Ruh yorgunluğunu makyaj ile kapatabilecek miydi? Artık eskisi gibi hiçbir şeye hevesi olmadığının farkındaydı. İçindeki 150 yaşındaki adam bağırıyordu. Kendisi henüz 50'sinde karizmatik bir beyefendiydi de zaten bu yorgunlukların hep bu beyefendiliğinden kaynaklandığını biliyor ancak hiçbir şekilde bozmuyordu. En çok üzüldüğü de eskisi gibi o heyecanlı konuşmasının yerini durgunluğun almasıydı. Yaşama sevincini nerede kaybetmişti? O da sebebini bilmiyordu. Bir tek şey sebep olamazdı. Aslında bir sürü şey yaşamıştı. Bir yandan onların birikimi olabilir mi diye içinden düşünürken bir yandan da sesli olarak “Ama çatt diye birdenbire mi?” diye kendi kendine şaşırıyordu. Bir yandan kendine üzülüyor “Nasıl bu hale geldim” diye kendini dövüyor, diğer taraftan da “Kendini kurban rolüne koyma” diye kendine kızıyordu. Kendisiyle içli dışlı
bir şekilde o kadar sohbet içindeydi ki kendinin yalnız olduğunun hiç farkında bile değildi. Konu konuyu, sohbet sohbeti açıyor mevzu o kadar derinleşiyordu ki savcıya bile danıştığı oluyordu. Yakışıklı tebessümünün yerini karizmatik ciddiyet almıştı… Eskiden yaşlanmak en büyük korkusu iken şimdilerde ruhunun yaşlandığını iliklerine kadar hissediyordu. Elinden de bir şey gelmiyordu. Kendinden 30 yaş büyüklerin içlerindeki yaşama sevincini görünce kendinde bir anormallik olduğunu farkediyor ve fark ettikçe de daha da üzülüyordu. Yorgunluğu o kadar yoğundu ki artık hiç bir şey mutlu etmiyordu O'nu..Bir anıt gibi duruyordu öylece.. Omuzları öne doğru, yüzü duygusuz ve içi karanlık bir yorgunluk abidesi şeklinde...