Gül Prens ve Prenses
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde; develer tellal iken, pireler berber iken, ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken… Var varanın sür sürenin, bağa girenin hâli budur… Yollar saçak pürçek, kimi yalan kimi gerçek; masaldır bunun adı, söylemeyle çıkar tadı…
Söyleyelim o zaman hayat masalının kimi yalan kimi gerçek olan hâllerini. Çıkar mı tadı bilinmez. Girdik hayat masalının bağına nicedir hâlimiz. Bir varmış, bir yokmuş, develerin tellal, pirelerin berber olmadığı, tıngır mıngır sallayacak beşiğin zor bulunacağı zamanın birinde güzeller güzeli, adından da anlaşılacağı üzere, Gülce adında bir kız varmış. Tüm mutluluğu bahçesinde dedesiyle yetiştirdiği rengarenk güllermiş. Her sabah uyandığında ilk önce bahçeye çıkar ve güller ile konuşurmuş. Bazen güllerle konuşurken zamanın nasıl geçtiğini anlamazmış. Gözlerindeki sevgi ışıklarıyla baktığı güllere her dokunuşu aşk kokarmış.
Küçücük yaşta annesiz ve babasız kalmış Gülce. Dedesi gül kokuları içinde büyütmüş onu. Güllerle arkadaş olmayı da dedesi öğretmiş. Zaten adını da doğduğunda dedesi kulağına fısıldamış. Dünyadaki tek varlığı olan torununu gözünden bile sakındığı için bahçeden dışarıya çıkarmazmış. Gül masalları anlatırmış torununa. Böylelikle Gülce’nin tek arkadaşı güller olmuş. Gülce büyüdükçe gül yüzlü, gül kokulu bir genç kız olmuş. Onu güllerin yanında görenleri güzelliği ile büyülermiş adeta. Güzelliği dilden dile dolaşır olmuş.
Gülce’nin güzelliği ülkenin prensinin kulağına kadar ulaşmış. Acaba rüyamda gördüğüm prensesten de mi güzel diye düşünmeye başlamış. Merakı prensin içinde her gün daha da büyümüş ve gül yüzlü, gül kokulu genç kızı görmek için yaşadığı köye gitmeye karar vermiş. Ama oraya bir prens olarak gidemem diye düşünmüş. Köyden köye dolaşan bir âşık olmaya karar vermiş. Birkaç gün sonra da sazını da alarak yola koyulmuş.
Az gitmiş, uz gitmiş. Dere, tepe düz gitmiş. Çok köylerden geçmiş. Her geçtiği köyün kahvehanesinde sazının tellerine vurup, aşk hikâyeleri anlatmış. Gülce’nin güzelliğini dinlemiş. Dinledikçe yüreğinde sıcaklık hissedip sazının tellerine daha da bir aşk dolu vurur olmuş. Prens anlatmış köylüler dinlemiş. Köylüler anlatmış prens dinlemiş. Gittiği her yeni köy prensin yüreğinde yanmaya başlayan ateşi körüklemiş. Artık bir an önce gül yüzlü, gül kokulu Gülce’ye kavuşmakmış tek isteği.
Siz deyin on gün, ben diyeyim on ay. Gün güne, ay aya kavuşmuş ve sonunda prens Gülce’nin yaşadığı köye ulaşmış. Ulaşır ulaşmasına da evinin bahçesinden başka bir yere çıkamayan Gülce’yi nasıl göreceğim, onunla nasıl konuşacağım diye kara kara düşünmeye başlamış.
Köye bir âşığın geldiğini duyan köylüler köy kahvehanesinde toplanmışlar. Gülce’nin dedesi de köye bir aşığın geldiğini duymuş ve merak etmiş. Gülce’yi evde tek başına bırakıp ilk defa kahvehaneye gitmiş. Evden çıkmadan da torununu sıkı sıkı tembihlemiş. “Kapıyı kimseye açma, bahçeden dışarı çıkma…”
Kahvehanedeki köylüler, köylerine gelen âşığın aslında ülkenin prensi olduğunu bilmeden sazını sözünü dinlemişler, dinledikçe hayran kalmışlar. Köylerine daha önce hiç âşık gelmeyen köylüler prensin sadece sazına sözüne değil yakışıklılığına, yüzündeki nura da hayran kalmışlar. Köyün en yaşlısı olan Gülce’nin dedesinin de âşığa gönlü ısınmış ve âşıkla konuşmaya başlamış.
“Oğlum pek de gençsin hem de nur yüzlüsün. Kimlerdensin, hangi köydensin? Anan baban kim?”
Âşık prens, Gülce’nin dedesi olduğunu bilmeden yaşlı adamın sorularını cevaplamaya başlamış.
“Dedeciğim benim köyüm buralardan çok çok uzak bir yerde. Anam babam ise bağ bahçe ile uğraşan kendi hallerinde insanlar. Peki dedeciğim senin çoluğun çocuğun ne yapar? Onlarla mı yaşarsın?”
Dede: “ Oğlum, benim bir oğlum bir de gelinim vardı ve onlarla birlikte mutlu bir şekilde yaşardık. Günün birinde köyümüzde çok büyük bir sel oldu. Hayvanları kurtarmaya çalışırken oğlum ve gelinim sel sularına kapıldı. Şimdi tek torunum olan Gülce ile birlikte yaşıyoruz. Bak, güller olan bahçe var ya orada görünüyor! Bak! İşte orası bizim fakirhanemiz.”
Prens, Gülce adını duyar duymaz alev alev yanmaya başlamış.
“Dedeciğim ben de gülleri çok severim.” diyerek Gülce’yi görmeyi umut etmiş.
Yüreği prense ısınan dede onu gül bahçesine götürmeye karar vermiş ve böyle bir şeyi ilk defa yapıyormuş. “Oğlum seni çok sevdim ve seni güllerimle tanıştırmak istiyorum.” demiş dede. Prens, dedenin sözünden sonra neredeyse kanatlanıp uçacakmış. Sonunda Gülce’yi görecek, Gülce’ye kavuşacakmış.
Dede ile âşık prens kahvehaneden çıkmışlar ve eve doğru yürümeye başlamışlar. O sırada Gülce bahçede güllerle sohbet etmekte imiş. Dedesinin yabancı biriyle geldiğini görmüş ve prens gibi o da içinde bir sıcaklık hissetmiş. Dede ile prens bahçe kapısından içeri girmişler. Dedesi Gülce’yi görür görmez tedirgin olmuş. Torununu herkesten uzak tutan dede yanında yabancı bir erkekle torununun yanına gidiyormuş. Prensi güllerle tanıştırmak istemesinden pişman olmuş ama artık olan olmuş ve misafirine saygısızlık yapmak istememiş. Gülce ile prens karşı karşıya gelince bahçedeki kırmızı güllerden daha da kırmızı bir hâle bürünmüşler. Dede, prensi torunuyla tanıştırmış. Prens rüyasında gördüğü prensesin Gülce olduğunun farkına varmış. Aslında köyden köye dolaşıp Gülce’yi görmeyi isterken rüyasındaki prensesi bulmuş.
Dede, torunundan misafir için yiyecek bir şeyler getirmesini istemiş. Gülce eve girince dede gülleri prense tek tek anlatmaya başlamış. Prens, dedenin anlattıklarını dinlemiş ve dedeye: “Dedeciğim şimdi sen benim anlatacaklarımı dinle.” demiş ve başlamış anlatmaya. Dede, prens anlattıkça kâh korkuyormuş kâh hüzünleniyormuş. Prensin anlattıkları bitince dede yaşlı gözlerle torunumu, dünyadaki tek varlığımı benden alma diye yalvarmaya başlamış. Dedenin haline çok üzülen prens “dedeciğim korkma” demiş. “Torununu senden almayacağım. Hep birlikte saraya gidelim ve sen orada bizim için güller yetiştir. Senin güllerin bizim mutluluğumuza ışık olsun.”
Gülce, dedesi ve prensin konuşmalarını duymuş. Ne yapacağını bilemez halde, elindeki tepsi ile dedesi ve prensin yanına gelmiş. Dedesinin gözünden akan yaşı görünce tepsiyi yere koyup hemen dedesine sarılmış. Dedesi Gülce’ye korkulacak bir şey olmadığını söylemiş ve Gülce’ye aslında duymuş olduğu konuşmayı anlatmış. Prens, dede ve Gülce bir müddet suskun bir şekilde kalmışlar. Daha sonra prens “ Seni ararken sen bana güller büyütmüşsün.” diyerek Gülce’nin elinden tutmuş.
Birkaç gün içinde hazırlıklar tamamlanıp prens, dede ve Gülce yola koyulmuşlar. Köy halkı onları dualarla uğurlamış. Yine gün güne, ay aya kavuşmuş ve saraya ulaşmışlar. Saray halkı Gülce’nin güzelliğine hayran kalmış. Prens ve Gülce için kırk gün kırk gece düğün şenlikleri yapılmış. Saadet içinde yaşayan Gülce ve prensin gül kokulu çocukları olmuş. Mutlulukları diyardan diyara yayılmış, Gül Prens ve Prenses diye anılır olmuşlar.
Onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine. Dedenin, Gülce’nin ve prensin gülleri masalı okuyanların/dinleyenlerin mutluluğuna ışık olsun.