Huzur
Yazdan kalma bir gündü. Herkes akın akın sahil kenarına gelmişti. Kış kapıya dayanmadan keyfini çıkarıyorlardı son güneşli günlerin.
Sermet Abi’nin çay bahçesine gelip, her zamanki yerine oturdu. Gelirken çantasına attığı simiti çıkardı masaya, demli bir çay istedi tek şekerli. Şekeri bırakmaya çalışıyordu ama ne çoğaltabiliyor ne de azaltabiliyordu. Kitabı elindeydi yine, her yerde okuyabiliyordu. Kaldığı yerden devam edecekti ama önce sahile şöyle bir göz gezdirdi. Elleri birbirlerine kenetlenmiş sevgililer, yaşlı çiftler, sahipleriyle koşturan köpekler, kumdan kale yapmaya çalışan çocuklar. Gördükleri hoşuna gitti. Ressam olsam çok güzel bir tablo yapardım bu manzaradan diye düşündü. Ama yine de aklına kazımayı ihmal etmedi bu görüntüleri, elbet bir gün lazım olacaktı…
Kitabı açtı, kaldığı yerden okumaya başladı. Bu kitap diğer okudukları gibi değildi pek. Altı çizilecek çok yer vardı. Yazar sanki onun hislerini, hayatını yazmıştı. O yüzden biraz uzun kalmıştı elinde…
Derken, bir serçe kondu masaya, simit kırıntılarına gidiyordu minicik ayaklarıyla. Simitten bir parça kopardı, serçeye verdi, çayından da bir yudum aldı. Seviyordu bu anı. Huzur buydu onun için. Çevresindekiler de alışmıştı ona artık. Birkaç ay önce bu sahil kasabasına ilk geldiğinde, garip bulmuşlardı onu. Ama tanıdıkça sevmişler, yalnızlığını kabul etmişlerdi. Mutluydu böyle…
Bir top geldi ayağına. Topu eğilip aldı ve kafasını kaldırdı. Kocaman gözleriyle ona gülümseyen ve topumu verebilir misin? diye soran küçük bir kız çocuğu gördü karşısında. Başını salladı gülümseyerek ve topu kıza attı. Topu yakalayan kız, babasına koştu, oynadıkları oyuna kaldıkları yerden devam ettiler.
Bir damla yaş aktı gözünden. Onun da kızı olacaktı o kazayı geçirmeseydi…
Hesabı istedi, toparlandı ve kulübesine doğru yürümeye başladı sahile ayak izlerini bırakarak. Arkasındaki kalabalığın neşeli uğultusundan giderek uzaklaşıyordu. Kendi yalnızlığına adım adım yaklaşıyordu. Bugün kısa kaldım ama yarın tekrar giderim diye plan yaptı kendi kendine. Bir acelesi yoktu nasılsa… Ne de bir bekleyeni…