İşaret

Adımını attıkça korku dizlerinin altında birikmişti. Geri dönmek istiyordu geldiği yere, yuvasına değil. Fakat titrek bedeni, sokağın köşesini çoktan dönmüş, evin önüne gelmişti. Kapıda bir sigara yaktı, uzun soluklu sohbetleri, sevinç gözyaşlarını, hafta boyu takınacağı lüzumsuz ifadeleri sindirebilmek için son iki dakikaya ihtiyacı vardı. Sigarayı çalılıklara fırlatırken, üflediği dumanı eliyle savurdu. Bu, elinin ilk haykırışıydı, fakat o, bunu fark etmek için fazla stresliydi.
Elini zile götürdüğünde, içeriden kardeşinin sesini duydu, “Abim geldi!”. Kapı açılıp da kardeşinin kapkara gözlerinden dolup taşan özleme bulanmış sevgiyi görünce tüm gerginliği geçti ve sarıldıklarında, aslında neden döndüğünü tekrar hatırladı. Kardeşi durmadan sorular soruyor, kendi yaşantısındaki gelişmeleri kesik kesik, hızlıca anlatmaya çalışıyor, annesi ve babası, gurur dolu bakışlarla onları dinliyordu. Yemek masasından bir türlü kalkmak bilmiyorlar, börekler, sarma, çeşit çeşit tatlılar tabaklara sürekli, yeniden dolduruluyordu. Ardı arkası kesilmeyen sorular, gözyaşları, çatal bıçak sesi, artık fazla gelmeye başlamıştı. Birden gözlerini masanın boş kısmına diktiğinde, annesi, “Yol yorgunusundur sen şimdi, git biraz dinlen, sonra da kıyafetlerini yerleştiririz.” dedi. Cevap bile vermeden kalktı masadan. Yatağına yattığında, günün tüm karmaşasını düşünüp daha da halsizleşti. Tak. Uyuya kalmıştı.
Sabah, saat 07:00. Gözlerini nasıl tak diye kapattıysa, aynı şekilde tak diye uyandı. Hemen yataktan kalktı ve yatağı düzeltti. Yüzünü yıkadı, tıraş oldu, soğuk bir duş aldı. Tekrar odaya döndüğünde, birden sersemledi. Ne yapacağını bilemedi çünkü yapacak hiçbir şeyi yoktu. Odadan hemen çıkmak istemedi, saat çok erkendi. Onun yerine pencereyi aralayıp hafifçe başını uzatan güneşi seyrederek sigara içti. Daha ikinci sigarayı yakmadan kapısı ufak parmaklarla tıklatıldı. Kız kardeşi kahvaltı için beklediklerini söyledi.
Yemek masasını gördüğünde apışıp kaldı. O sırada babası, kaşarlı menemeni de sofraya koydu. “Bu ne kahvaltı hazırlamışsınız böyle ve neden bu kadar erken kalktınız ki?” diye sordu. Babası, “Disipline alışmışsındır diyerek erken kalkalım, sana şöyle güzel bir kahvaltı hazırlayalım dedik, kötü mü ettik yahu?” dedi. Gülümsedi içinden. Hala içinden de olsa gülebilmesini tuhaf bulmuş ama yine de hoşuna gitmişti.
Kahvaltıdan sonra balkonda Türk kahvesi içiyorlardı. Nedense gözü sürekli sol eline takılıyordu. Aslında sol eline de değil, sol elinin işaret parmağına. Sabahın sessizliğinde kahvesini yudumlarken, birden “pat” diye bir ses geldi. Öyle hızlı irkildi ki henüz kartoncuyu çöpün orada görmeye fırsat olmamıştı. Kardeşi bu haline gülünce, ilk yalancı kahkahasını attı ailesine.
Günlerce o hissi atamadı içinden, en ufak bir şeyde irkilip bakışları hemen işaret parmağına gidiyordu. Oradaki boşluğu hissetmek canını çok sıkıyordu. Üstelik sürekli olarak ailesine, sahte duygularla karşılık veriyordu. Bu da ihanet ediyor hissi veriyordu. Fakat tüm bunların yanında, eskisi gibi sessiz ve sakin bir genç olmaya devam ediyordu.
Geçen üç senenin ardından, iyice içine kapanmıştı. Bir spor salonunda antrenörlük yapıyordu ve başka hiçbir sosyal yaşantısı kalmamıştı. İçinde bulunan boşluk ise, gittikçe kararmaya başlıyordu. O kadar çok maske takmıştı ki yüzüne, artık gerçek duyguların nasıl bir şey olduğunu hatırlamamaya başlamıştı. Üstelik o katran karası boşluk, durmadan sol elini sıkmasına sebep oluyordu. Fakat geçmişe dönemeyeceği için, sıkışıp kaldığı bu gri yaşamın içinde ölene dek yaşayacaktı. Yalnızca kız kardeşi hissediyordu, anlamıyordu neden olduğunu gerçi. Fakat maskelerin altında toz tutmuş abisinin sol elini, her gece iyi geceler derken sıkıyordu. Belki de o gri yaşamın içinde, nefes almasını sağlayan tek şey kardeşiydi. Bu yüzden arafta kalacaktı ömrü boyunca, içinde çürüyüp kalmış, varlığını bile unuttuğu boşluğu, yalnızca geceleri hissetmiyordu. 

İlginizi Çekebilir

Anılara Yolculuk

Nilüfer GÖĞEBAKAN

Cumhuriyet

Banu YILMAZ

İstanbul'da Temmuz

Aysel AKGÜL