Petra

Bir zamanlar bir ana tanrıça tarafından yönetilen bir şehir varmış. İnsanlar burada ana tanrıçadan çok hoşnutmuş. Güçlü ve sevecen tanrıçanın, şehrinin insanlarını memnun etmekten başka bir niyeti yokmuş. Yüzünde hüzün, halinde dinginlik gördüğü her insanın kederine ortak, acısına çare olurmuş. Bunun için o şehirde asık yüzlü insan yokmuş.

Günün birinde tanrıçanın köşkünün karşısında toy bir fukara belirir olmuş.

Buğday hafif dalgalı saçının çevrelediği solgun yüzünde öyle hüzünlü bir üslup, mavi su gözlerinde öyle derine inen bir tavır varmış ki sokaktan geçenler onun önüne demir para, bakır eşyalar vermekten utanırlarmış, bakracına yavaşça birer altın koyup çekilirlermiş.

Günlük yolculuğundan dönen tanrıça, köşkünün avlusunda bu zavallı genci görünce, suratına öyle bir bakmış, gözleri gözlerine ilişmiş. Gencin yanına gitmiş nazik bir sesle “genç endamın nazarın gamlı, içinde gizlediğin bir hüznün mü var?” diye sormuş.

Genç, gözlerini öne devirmiş, “hayır” diye homurdanmış.

“Peki öyleyse neden gözlerin parlamıyor, neden burada durup oyalanıyorsun.

Arzun neyse söyle, çözümünü buluruz.”

“Hiçbir kederim, hiçbir arzum yoktur.”

Tanrıça hayır bir kederin olduğu her halinden belli demiş.

Belki acının yüksekliği senin soluğunu tutuyor. Ama ben hiçbir insanın tedirgin edildiğini istemem, bırakın kaldığı yerde kalsın. Yalnız akşam peşinden gidin bakın, iyileşmez illetlere bulaşmış bir hastalığı mı var, para yetiştiremediği bir sevdalısı mı?

Genç o gece de bakracına bir yığın halinde istiflenen altınları doldurup, alacakaranlığa bürünen sokaklara varmış. Koşmuş koşmuş şehrin uç semtlerine gelince, altınları azar azar bakracından çıkararak, kendisinden biraz daha düşkün kimselere dağıtmış, sonra şehrin ucundaki kaya bir mağaraya girerek yemeğini pişirmiş, arkasını taşa yaslayıp kalmış.

Tanrıça bunları duyunca tamamen içlenmiş, şehrimde kederli bir insan var ve ben ona çere bulamıyorum düşüncesi içini bir tahtakurusu gibi kemirmeye başlamış.

Gencin köşkün karşısında olmasına söz söylememiş, ama onun her gün eriyip gittiğini, gözlerinin fazlaca derine battığını gördükçe, kendisi de üzülüp kederlenmiş.

Onun gönlünü yakan acı nedir acaba deyip kendini bitirmiş. Bu mavi su gözlerdeki bitip tükenmeyen özlemi fark eden tanrıça, gencin yüreğini yakan ateşi fark eder gibi olmuş.

Bu genci köşküme getirin, kederini kendim soracağım, demiş

Genç, tanrıçanın huzuruna çıkınca büsbütün solmuş, gözlerini zeminden alamamış,

Derdi sorulunca, kısık kısık bir sesle, hiçbir sıkıntım, hiçbir isteğim yoktur deyip, susmuş.

Nasıl olur genç demiş. İnsanın gönlünü bir dert kaplayınca suratı böyle solar, gözleri böyle dolar. Belki içindeki istek sana nice geniş ulaşılmaz bilindiği için mi söylemekten kaçıyorsun.

Ama bilirsin ki benim şehrimde insanları huzurlu görmekten başka hiçbir temennim yoktur. Şimdi utanmadan talebini söyle, istediğin ancak elde edilmez zannettiğin şey, saçma sapan bir zenginlik midir? Her gün bakracına biriken altınları isteğine göre ufak bulduğun için mi az görüp serpiştiriyorsun. Eğer böyleyse de sana bitip tükenmeyen definelerimin yarısını, hayır, tamamını vereyim.

Genç kafasını kaldırmadan, kımıldamadan cevap vermiş.

“Hayır tanrıçam hayır! Benim böyle bir talebim yok, böyle bir ricam yoktur.”

Tanrıça bir hamle yürümüş. “Söyle nedir muradın genç?” demiş.

Körpesin, hoşsun gözlerinde aç kalmış özlemin alevli dumanları dolaşıyor.

Kendine yakın bir hayat arkadaşı mı bulamadın? Şehrimin en güzel kızları benim köşkümdedir, iste bütün kızlarımı önüne sereyim.

Bunun üzerine genç ebedi bir üzünç içinde tanrıçaya bakmış bakmış, sonra sesi ürpererek

“Hayır, tanrıçam hayır!” diyebilmiş ama nefesi gırtlağında bağlanıp kalmış.

Bu sefer tanrıça gözlerini alana çevirmiş, hafif ürkerek bir sesle “anladım genç, anladım” demiş. “İçini eriten derdini, gönlünü saran özlemini anladım. Ne arzuladığını biliyorum. De o da senin olacak.”

Genç bunu duyunca aniden kaskatı kesilmiş, sonra yine kızıl kızıl olmuş, iç çekerek olduğu yere yığılmış, kalmış.

Çevreden koşanlar eğilip bakınca onun ölmüş olduğunu fark etmişler.

Gencin yüzünde sözle tarifi imkansız, gözlendikçe nur ışığı gibi insanın yüzüne vuran bir mutluluk varmış.

Biri, ne bahtsız adam demiş. Tam arzusuna kavuşacağı anda öldü.

Gözlerini gençten ayıramayan tanrıça sus demiş. “Ondan daha şanslı insan var mı!

Asıl mutlu bir yaşam boyunca özlemini çektiği nesneye kavuşan değil, onu elde edeceğini anladığı anda, mutluluğun en yüce noktasında bir iç çekerek devrilip ölebilendir.”

 

 

 

 

 


İlginizi Çekebilir

Beyoğlu'nun Gizemi

Çağrı ÇANKAYA

Kürator

Tuğba BEYCA

Mayalı Kalpler

Selvi GÜLBAHAR