Şiirden Müziğe Yolculuk
İstanbul Arkeoloji Müzeleri’ni ziyaretim esnasında, sergilenen eserler arasında, “Dünyanın en eski olarak bilinen aşk şiirinin” yazılı olduğu tableti gördüm. Kilden yapılmış olan tableti inceledikten sonra şiirden müziğe kısa bir yolculuk yapmaya karar verdim.
Sevdiğimiz bir müziği dinlerken veya şarkı söylerken hissettiğimiz duyguları ve heyecanı anlatmak biraz zor, bu duyguyu yaşamak gerekir. Severek okuduğumuz veya dinlediğimiz bir şiirde de benzer duyguları ve heyecanı yaşarız. Sanat dalları ile bilim arasındaki ilişki çok güçlüdür. Tarihte eski uygarlıklara baktığımız zaman matematik ve müziğin iki bin yıldan fazla bir süredir derinden bağlantılarının olduğunu görüyoruz. Müzik, belirli kuralları olan bir bilim olup matematiksel düşünceye çok yakındır.
Ulu Önder Atatürk, sanatın tanımını şu sözleriyle açıklamıştır; “Sanat; güzelliğin ifadesidir. Bu anlatım sözle olursa şiir, ezgi ile olursa müzik, resim ile olursa ressamlık, oyma ile olursa heykeltıraşlık, bina ile olursa mimarlık olur.”
Önce müzikten bahsedelim, sonra içine biraz şiir katalım. Evrensel bir dil olan müziği daha iyi anlamak ve hissetmek için en önemli hususlardan birisi nota bilgisidir. Ayrıca ton, frekans, oktav gibi birçok terimin anlamlarını da bilmek gerekir. Müziğin bu temel taşları hakkında bilgi sahibi oldukça müzik eserlerini daha iyi anlayabiliriz. Müzikte sesleri simgeleyen nota sözcüğü, bir şeyi hatırlamak için yazıya dökmek anlamına gelen not sözcüğünden gelmektedir. Notalar porte isimli 5 paralel çizgiden oluşan dizek üzerinde gösterilir. Müziğin temel taşları arasında yer alan notalar, müziği yazıya geçirme aracıdır ve her bir nota belli bir sese karşılık gelir. Müziğin yazıya dönüşmesini sağlayan notalar, temsil ettikleri seslerin frekanslarını da yansıtır. Bizim de kullandığımız batı müziği ses sisteminde 7 nota vardır. Bunların isimleri Do, Re, Mi, Fa, Sol, La, Si şeklinde sıralanmaktadır. Amerikalı şair Henry Wadsworth Longfellow müziği şöyle tarif etmiştir; “Müzik, insanlığın evrensel dilidir."
Müzik ile şiir iç içedir. Beste, şarkı veya türkülerin çoğunluğu şiirlerden esinlenmiştir. İspanyol besteci ve müzisyen Pablo Casals bu konuda şu sözleri söylemiştir; “Müzik; kalbe güzel, şiirsel şeyler söylemenin ilahi yoludur."
Dünyanın en eski aşk şiiri antik Mezopotamya'da kutsal doğurganlık ayinlerinde kullanılmak üzere oluşturulmuş olan Shu Sin için aşk (şarkısı) şiiridir. Dünyanın en eski aşk şiiri olarak bilinen, Irak’ta yer alan Nippur Antik Kenti’nde M.Ö. 2000’li yıllarda bulunmuş olan ve Sümerler tarafından kil tablete çivi yazısı ile işlenmiş olan şiir İstanbul Arkeoloji Müzeleri'nde sergilenmektedir.
Değerli bilim insanı ve Sümerolog Muazzez İlmiye Çığ tarafından bu tablet Türkçe'ye çevirmiştir. Sümer dilinde çivi yazısı ile yazılmış olan bu aşk şiirinin tercüme edilmiş sözleri şöyledir:
Damat, kalbimin sevgilisi
Güzelliğin büyüktür, bal gibi tatlı
Aslan, kalbimin kıymetlisi
Güzelliğin büyüktür, bal gibi tatlı
Damat, seni okşayayım
Benim değerli okşayışlarım baldan tatlıdır
Yatak odasında bal doludur
Güzelliğinle zevklenelim
Aslan seni okşayayım
Benim değerli okşayışlarım baldan tatlıdır
Damat benden zevk aldın,
Anneme söyle, sana güzel şeyler verecektir.
Babam sana hediyeler verecektir.
Sen, beni sevdiğin için,
Lütfet bana okşayışlarını,
Beyim tanrım, beyim koruyucum,
Tanrı Enlil’in kalbini memnun eden Şusin’im
Lütfet bana okşayışlarını.
Sümerler geleneğinde, doğanın daha canlı ve bereketli olmasını sağlamak amacıyla kral yılda bir kez bereket ve aşk tanrıçası İnanna’yı temsilen bir rahibe ile evlenirmiş. Bu şiirin Sümer kralı Shu için seçilmiş bir gelin tarafından tapınakta yapılan düğününde söylenmek için yazılmış olduğu kaynaklarda yer almaktadır.
Tarihte şiirin ilk ortaya çıktığı çağlara bakıldığında söz ile birlikte müzik aletlerinin de kullanıldığı görülmektedir. Eski yıllardan günümüze kadar şiir ile müzik birbirini tamamlayan unsurlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Müzik görsel sanatlarda olduğu gibi şiiri de besleyen önemli bir sanat alanıdır. Şiirsel dil ile birlikte müziğin şiirdeki önemini Türkülerimizde görmekteyiz. Birçok insan evde, işte, yolda, arabada şarkı veya Türkü mırıldanır veya sevdiğimiz bir eser dilimize takılır ya da bir müziğe ritim tutarız. Şairimiz Sait Faik Abasıyanık ne güzel ifade etmiş: “İnsanı insana şiir sevdirir.”
Şairin o anda bulunduğu ruh halinde veya bir ilham ile yazmış olduğu şiirde kelimelerin yan yana gelmesi, bu kelimelerin ve seslerin tekrarlanması şiire bir ritim kazandırır. Beethoven gibi batılı bestecilerin aynı dönemde yaşamış olan edebiyatçı veya şairlere ait şiirleri beste çalışmalarında tercih etmiş oldukları bilinmektedir. Müzik ve ritmin ilk icat edildiği zamanlarda müziğin dini ritüeller için kullanıldığı, Afrika’da kabilelerin, Orta Asya’da şamanların ritim ile dini ritüeller düzenledikleri kaynaklarda yer almaktadır.
Milattan önce eski çağlarda ilk insanların ellerine aldığı bir taşı başka bir taşa veya hayvan kemiğine vurarak çıkardığı seslerden müzik yaratılmış. İnsanoğlu, ilk üflemeli çalgısını ağaç dallarından veya sazlıklardan, ilk vurmalı çalgısını da hayvan derisinden yapmıştır. Yaylı ve tuşlu çalgılara uzanan binlerce yıllık bir sürecin sonunda müzik öyle bir bilimsel noktaya ulaştı ki artık birçok müzik eserini anlamak için biraz müzik bilgisi, bazı müzikleri dinlemek için de sağlam kulak gerektiği bilinmektedir.
Müziğin kitlelere yayılması ile Avrupa’da müziğin ilk temsilcileri Beethoven, Brahms, Mozart, Anadolu’da ise İtri, Dede Efendi, Hacı Arif Bey ve diğer birçok besteci olmuştur. Osmanlı Devleti’nde müzik, kurulmuş olan mehter takımlarının ritim çalışmaları ile daha çok savaşlarda ve törenlerde kullanılmıştır.
Ayrıca müziğin bazı tedavi edici faydalarının olduğu, fiziksel ve zihinsel hastalıklar üzerinde tıbbi güçlere sahip olduğu birçok kaynakta yer almaktadır. Müzik, kişileri sadece ruhsal olarak güçlü kılmaz, aynı zamanda akıl ve vücut sağlığının tedavisinde kullanılan en etkili terapi yöntemlerinden birisi olduğunu söyleyebiliriz.
Tarih boyunca müzik, insanlar için sanatsal bir ilham kaynağı olmasının yanında, toplumsal bilincin ilerlemesinde de rol oynamıştır. Sevincimizi, üzüntümüzü, sevdamızı, acımızı, özlemi kısacası ruh halimizi bizimle birlikte şarkılar, şiirler söyler ve bunları müzikle birlikte hissederiz. Söylediğimiz veya dinlediğimiz ya da mırıldandığımız şarkılar ve müzikler, hislerimizi ve ruh halimizi paylaşmanın en güzel yollarındandır. Bu durum şiir için de söylenebilir. Sevdamızı, aşkımızı, coşkumuzu, üzüntümüzü, acımızı, çaresizliğimizi ifade etmek ve sesimizi duyurmak için şiirlere de başvururuz. Hatta cesaretle kalemi elimize alırız. Şiir ve şarkılar var olduğumuzu hissetmenin ve topluma hissettirmenin yollarındandır.
Sanatın, bir toplumun ilerlemesindeki öneminin ve vazgeçilmezliğinin bilincinde olan Ulu Önder Atatürk, bu düşüncesini şu sözleriyle ifade etmiştir; “Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir,” Sanat, müzik ve şiir dolu aydınlık güzel günler dilerim...