Karanlıktan Aydınlığa

Günlerdir işlerinin yoğunluğu yüzünden sabahlayan İren, tüm yorgunluğuna rağmen uykuya direnerek yüksek lisans mülakatına çalışmak için masasının başına geçti. Kapkara kahvesi yine masada yerini aldı. Bir iki çeviri yaptıktan sonra uykuya yenik düştü.

Çölün ortasında ufka kadar uzanan, sağı ve solu kaktüslerle dolu olan yolda bir kum tanesi gibi savrulan İren, korna sesiyle kendine geldi. Arkasına döndüğünde mavi renkli 1957 model klasik bir arabayla karşılaşan İren, arabanın renginin maviliğinde bir an kendini kaybetti. Mavi renk İren için umuttu, huzurdu, özgürlüktü, sonsuzluktu. Evinde çalışırken de mavi eşofmanı ve mavi çiçekli tişörtü hep üzerinde olurdu. Mavilerin içinde özgürleşir, cesur bir savaşçıya dönüşürdü. Kulaklarında çınlayan bir “Merhaba!” sesiyle İren, gözlerini sesin sahibine çevirdi.

Arabadan inen Barkın, İren’e doğru yürümeye başladı.

“Tekrardan merhaba! Ben Barkın.”

“Merhaba! İren.”

“Memnun oldum. Tek başınıza bu ıssız yolda ne yapıyorsunuz?”

İren düşünceli bir hâlde gözlerini kapadı. Uzun bir sessizlik oldu. Sessizliğin sesiyle İren, sanki zihninin derinliğindeki karanlıktan çıkmaya çalışıyordu. Barkın, İren’in sessizliğinin sesini duymuş gibi “Hadi, gel!” diyerek İren’in koluna dokundu. Barkın’ın bu dokunuşuyla irkilen İren, geriye doğru bir adım attı. Gözlerini açtı. Barkın’a baktı. Belli belirsiz bir tebessümle başını sallayarak arabaya doğru yöneldi. Arabada da sessizlik bir süre devam etti. İren, yanında oturduğu Barkın’ın da kendi gibi mavi renk tercih ettiğini gördü.

Barkın’ın üstünde kolsuz, buz mavisi bir jean gömlek ve pantolon, ayakkabı olarak ise ayaklarında kovboy çizmesi vardı. Koluna mavi bir bandana bağlamıştı. İren mavi eşofmanı, mavi çiçekli tişörtü ve mavi beyaz spor ayakkabılarının rahatlığıyla arabanın koltuğunda bağdaş kurdu. Üstü açık arabanın rüzgârı coşturmasıyla İren’in gece mavisi kıvırcık saçları havada dalgalanmaya başladı. Gözlerini kapayan İren, rüzgârın rahatlatan dokunuşlarına kendini teslim etti.

Issızlığa sessizliğin de eşlik ettiği yolda bir müddet devam ettiler. Bir benzin istasyonunda durdular. Barkın arabaya benzin alırken İren arabadan indi, benzin istasyonunun az ilerisindeki büfeye doğru yürümeye başladı. Barkın, arabanın yanından İren’i izliyordu. İren, büfeden bir poşetle çıkıp arabanın yanına geldi ve hiç konuşmadan yine bağdaş kurarak arabanın koltuğuna oturdu. Elindeki poşeti Barkın’a uzattı. Poşeti alan Barkın, içindeki biraları ve sigarayı gördü. Poşetin içinden sigarayı alarak poşeti arka koltuğa bıraktı. Yola devam ederlerken yolun sol tarafındaki atları gördüler. İren’in saçlarının rengindeki atlar özgürce koşuyorlardı. İren’in saçları da bu özgürlüğe eşlik ediyordu.

Yavaş yavaş batmaya başlayan güneş, aydınlığı pembeden kızılın alacasına dönüştürüyordu. Barkın:

“Güneş batıyor İren.”

İren sessizliğini bozdu:

“Tekrar doğmak için olan bu batışı izlemeliyiz.”

Barkın, arabayı güneşin batışını izleyebilmeleri için yoldan çıkararak arabanın yönünü güneşe çevirdi. Arabadan indiler. Barkın, arka koltuğa bıraktığı poşetten birer bira aldı. Ellerindeki biralarla arabanın kaputuna oturarak güneşin batışını izlemeye başladılar. İki sigara yakan Barkın, birini İren’e uzattı. Güneş tamamen yok olduğunda arabanın kaputuna uzanan Barkın ve İren, bir müddet gökyüzünü izledi. Sessizlik içindeki sesleri ne söylüyordu? Birbirlerine ne anlatıyorlardı? Bakışlarını birbirlerine çevirdiler. Birbirlerinin gözlerinde kayboldular. Gözleri ne anlatıyordu? Birbirlerine gülümsediler, Barkın kaputun üzerinden kalktı. Arabadan birer bira daha aldı.

Karanlığa kucak açan günü aydınlatmak için ateş yakmak isteyen Barkın, etraftan çalı çırpı, ağaç dalları toplamaya başladı. Barkın ateş yakmakla meşgulken daha da rahatlamış olan İren, sessizliğin sesini tamamen kapatarak Barkın’la laflamaya başladı. Arabaya giderek radyonun düğmesine bastı. Radyodan yükselen müzik sesi… İren müziği duyduğunda bir çığlık attı. Radyoda çalan müzik İren’in son zamanlarda sıklıkla dinlediği “Ben Sığmazam Tenime” idi. İren’in çığlığıyla irkilen Barkın, telaşla bakışlarını İren’e çevirdi. İren, gülerek ona karşılık verdi.

Ateş yandığında gökyüzüne bakan ikili ayın gümüş tepside onları selamladığını gördü. İkili de gülerek ayı selamladı. Barkın, arabanın bagajından ekoseli bir battaniye çıkartarak ateşin yanına, yere serdi. İren’in elinden tuttu. Birlikte battaniyenin üzerine oturdular. Karanlıkta ateşten yükselen kıvılcımlar ateş böceklerini anımsatırken kuru dalların çıtırtıları geceye hoş bir melodi yayıyordu. Bu sefer İren iki sigara yakarak birini Barkın’a uzattı. Ateşi izleyerek sigaralarını içen ikili battaniyenin üzerine uzandı. Barkın, İren’e başını hafifçe kaldırmasını söyledi. Başını hafifçe kaldıran İren’e, Barkın’ın kolu yastık oldu.

“İren, gökyüzünü anlatsana.”

“Yıldızlar. Yıldızlar. Yıldızlar. Hepsi birbirine benziyor ama her biri farklı. Kalabalıklar ama yalnızlar. Herkesin farklı anlamlar yüklediği, sonsuzluğun içindeki özgür inci taneleri…”

Barkın, İren’den gözlerini kapamasını istedi, kendi de gözlerini kapadı.

“Sadece ateşin melodisini duy İren.”

Gözleri kapalı bir şekilde koca bir karanlık denizde birbirlerini aradı İren ve Barkın. İki su damlası kendi denizleri olabilecek mi?

Gözleri kapalı bir şekilde birbirlerine döndüler. Elleriyle birbirlerinin yüzlerini ezberlediler. Yüzleri ince bir çizgide. Kâh o çizgiden uzaklaşıyor kâh çizgiyi geçiyor. Kâh bir nefes kadar yakın kâh nefessiz kalacak kadar uzak. Birbirlerine sarıldılar. Parmakları birbirlerinin sırtında aynı oyunu oynadı. Kalp atışları birbirine karıştı. Hâlâ gözleri kapalı, yüzleri ince çizgide. Yanmaktan korkmayan cesur birer savaşçı mı olmalılar, yoksa…

Ateşin alevleri küllenmeye yüz tutarken Barkın ve İren’in ateşinin alevleri geceyi kucakladı. Yanmaktan, yakmaktan korkmayan cesur savaşçı olarak ince çizgiyi sildiler. Nefesleri birbirine karıştı. Saatler önce birbirlerinin varlığını bile bilmeyen iki cesur savaşçı, aşkın kollarına kendilerini teslim etti. Doğan güneşi birbirlerine sarılarak karşıladılar ve gözlerini uykuya kapadılar.

Karanlıktan aydınlığa yaptıkları özgür yolculuk İren için düş mü yoksa gerçek mi? Bazen hayaller hikâyelere, hikâyeler gerçeklere yolculuk yapar.

Gözlerini aydınlığa açıp notlarının üzerine koyduğu başını kaldırdığında İren’in ilk gördüğü şu satırlar oldu:

Mən deyirəm ki, ona:

Kül olum

Kərəm kimi yana-yana.

Mən yanmasam,

Sən yanmasan,

Biz yanmasaq,

Nece çıxar

Qaranlıqlar aydınlığa…

 

 


İlginizi Çekebilir

Kalp Kesiği

Merve BİRBİR

Kokular

Nilüfer GÖĞEBAKAN

Sevgi Neydi?

Türkan VARDAN BAYDAR