Yılbaşı Gecesi Büyükada'ya Gitmek

Evde hem Ramazan Bayramı hem de yılbaşı hazırlıkları vardı.

Annem ile onun en yakın arkadaşı Madam Eleni, yoğun bir çalışma içindeydi.

Kimseyle konuşmuyor, kimseyi görmüyor, duymuyorlardı. Beni bile...

Düşündüm de Yılbaşı dediğin nedir ki?

Birinci ve ikinci çinkodur, nihayetinde tombaladır.

Babamın piyango biletinin içine sıkıştırılmış hayalidir.

Annemin, amorti çıkma garantisi olan seri biletine, sanki sürprizmiş gibi sevinmesidir.

Umudu bir yıl daha şarkıyla, türküyle ötelemektir.

Gece saat 12’ye doğru geriye sayımdır.

Beş, dört, üç, iki, bir ... Eski oyunu bitirmek ve de yeni oyunu başlatmaktır.

Dünyanın bunlardan haberi yoktur, o hala kendi halinde dönmektedir.

Yılbaşı ve Ramazan Bayramı o yıl arka arkaya geliyordu ve birlikte kutlanacaktı.

Böyle bir olay otuz yılda bir olurmuş.

Madam Eleni’ye göre olay mukaddesmiş. Meğerse kendisi yıllardır bugünü bekliyormuş. Çünkü eski bir Roma inanışına göre bugün dilediğin her şey olurmuş. Ve de bu kutsal sırrı sadece annemle paylaşmak istemiş.

 "Bu kutsal günde Tanrı’ya zeytinyağlı yaprak sarma yapacaksın... Her elli adet yaprak sarma için bir dilek tutacaksın. Yalnız tutacağın dilek sayısı kesinlikle beşi geçmeyecek."

Annem kendisine verilen değerden ötürü çok mutlu olmuştu.

 "Kesinlikle geçmez. Eleni ne kadar iyisin sen...

Madam Eleni anneme sarıldı, "Hadi kaçıyorum ben. İşimiz ağır."dedi. Sonra aniden döndü ve annemi uyardı.

"Kız bu sırrı sakın kimseye söyleme." dedi.

Annemin "Neden?" der  gibi bakışını görünce biraz kızdı.

"Herkes bilsin de Tanrı’nın huzurunda  büyük izdiham mı oluşsun. Bunu ikimiz de istemeyiz herhalde?"   

Annem teyzemi de almış yanına, mutfaktan çıkmıyordu.

"Bu elli yaprak sarma, oğlumun istediği üniversiteye girebilmesi için..."

"Bu elli adeti oğlumun kazandığı fakülteyi birincilikle bitirmesi için..."

"Bu elli adedi oğlumun doktorasını yapması için..."

"Bu elli adedi oğlumun bunları yaparken, hep sağlıklı kalması için..."

"Bu elli adedi oğlum mutlu bir evlilik yapsın diye... Ayrıca iki erkek, bir kız çocuğu olması için..."

Konu çok kutsi, ulvi ve derin olduğu için annemin tereddüde düştüğü anlar da oluyordu ve hemen Madam Eleni’yi arıyordu.

"Kız Eleni!  Oğlumun mutlu evliliği için bir dilek tuttum. Ama üç tane de çocuğu olsun istedim. İkisi için elli tane yetiyor mu, yoksa ayrı ayrı elli tane mi yapmam lazım?"

Annemin ağzından çıkan "Hadi be!" lafı aynı zamanda sorunun yanıtıydı.

"Oğlum bir yere ayrılma!" diyordu annem, "Tuttuğum dileklerin tamamı senin için..." 

Oysa ki benim o gece evde kalmaya hiç niyetim yoktu.

Koca on sekiz yılı boşuna mı devirmişim. Artık saza, caza, bara gidebileceğim. Reşidim.

Annemin göğüs kafesinde, sevgiden tutuklu mahkum değilim artık. Özgürüm.

Niteliklerim artık sadece bana özgü... Kendi işimi kendim yaparım. Bireyim.

Dileklerle işim olmaz. İstersem ben yaparım zaten. O cevher içimde. Delikanlıyım.

Bu Yılbaşı gecesini asla evde geçirecek değiliz. Artık ana kuzusu değiliz. Bu dünyaya imza atmak için bir yerden başlamak lazım. Kimsenin yapmaya cesaret edemeyeceği bir eylem yapmalıyız ki hayranlık uyandıralım. Herkes bizden bahsetmeli. Özellikle  anamız, babamız bilmeli.

Karar verdik. Kış günü Ada’ya gidip, gece denize gireceğiz. Ve bunu herkese anlatacağız. Varsın bize deli desinler. Yeter ki asla yazamayacakları bu öyküyü başkasına da iletsinler.

Evden çıkarken annemin sesi geliyordu arkamdan.

"Oğlum sakın geç kalma. Tuttuğum dileklerin tamamı senin için..."          

Buluşma yerimiz olan Adalar Vapur İskelesinin önüne gelmiştik. Yanında küçük bir çocuk olan, orta yaşta biri otobüs duraklarına bakınıp duruyordu. Yanımıza yanaştı. "Bakar mısınız?" dedi. "Karaca Ahmet Mezarlığı'na giden otobüsler nereden kalkıyor , biliyor musunuz?"

Küçük çocuğun elinde çiçek demeti vardı. Biz otobüs durağını tarif ederken küçük çocuk çiçekleri bana gösteriyordu.

"Bakın çiçeklere! Onları anneme götürüyorum ağabey?" dedi.

Uzandım kokladım. Çiçekler hüzün kokuyordu.

Babası çocuğun saçlarını okşarken başını karnına doğru çekerek sarmaladı.

"Hem çiçek vereceğiz hem de sohbet edeceğiz abileri..."

Adamın bakışları ne kadar şefkat yüklüyse gülümsemesi bir o kadar zoraki, sesi gamlı idı.

"Bugün annesinin doğum günü." diyebildi.

Ölümle doğum hiç bu kadar yakın olmamıştı bana...

"Anneme ne hediye aldım ağabey baksana. Renkli kalemlerle yazdım."

Bakmadım, daha doğrusu bakamadım. Çocuk okudu.

"Anneciğim, seni çok seviyorum biliyorsun değil mi?"

Yılbaşı gecesi evimiz oldukça kalabalıktı. Halamlar, dayımlar, amcamlar, teyzemler, kuzenler, yeğenler... Çin Ordusu gibiydik.

Birinci çinkoyu ben, ikinciyi babam yaptı. Annem "Tombala!" dedi.

Babam büyük ikramiyeye bakamadı. "Hayallerim birkaç gün daha sürsün" diyordu.

"Bana amorti vurmuş hem de iki tane."

Annem malumun ilanını alkışlıyordu her zamanki gibi... 

Annemi yakaladığım yerde önce sarıldım, sonra doyasıya öptüm.

"Benim oğlum anasını ilk kez görüyor sanki bu akşam.Gidiyor geliyor sımsıkı sarılıyor annesine." diye annem beni misafirlere şikayet ediyordu durmadan..

"Kıymet bilmek kaybedince arkasından ağlamak değil, yanındayken sımsıkı sarılmaktır anneciğim." dedim ve yine sarıldım.

Bu cümle annemi inanılmaz derecede mutlu kıldı. Misafirlere döndü.

"Ey dostlar!" dedi, "Oğlumun kurduğu şu  harikulade cümleye bakar mısınız?"

Bu kez daha sıkı sarıldım ve kulağına fısıldadım.

"Anacığım çaktırma!" dedim, "O cümle bana ait değil. Mevlana Celaleddin Rumi’nin."